bugün süpermarkete gidip üç adet ikibuçuklitrelik pepsi kapağı çaldım. türksel kontör kampanyası var ya. onun için. kapakları açarken böyle gürültülü bir şekilde öksürdüm filan. cebimde de eski kola kapakları vardı, açtığım kolaları onlarla kapattım. o kadar da kötü değilim yani.
- bunu sırf sedasayan'a gıcık olduğum için yaptım. muhtemelen bunu okuyunca çok üzülcek.
15 Aralık 2009
9 Aralık 2009
gökyüzü.
sözde kalabalıklardan, taş binalardan ve diğer yığınlardan fırsat bulup da gökyüzüne bakmayalı gündüzleri; o kadar olmuş ki. hep geceleri -yıldızolsadaolmasada- odamın camından gökyüzüne bakarım ben. her gece böyle. ama gündüzleri bakmayalı uzun zaman olmuş. dedim ya. bugün otobüsle eve gelirken sadece gökyüzüne baktım yol boyunca. sonra, sonra yeryüzüne döndüğümde üç durak geçmiştik ineceğim yeri.
- insanın, yaşadığı şehrin gökyüzünü tanımaması ne fena.
- insanın, yaşadığı şehrin gökyüzünü tanımaması ne fena.
1 Aralık 2009
29 Kasım 2009
miyav.
bugün bi kediyle tanıştım işte. ismi miyavmış. öyle dedi. çok tatlıydı lan. öyle böyle değil. aldım kucağıma, okşadım, mıncırdım, yaladı beni falan, patilerini ıslak mendille sildim sonra. sonra arkadaşım kızdı, bırak artık gitcez dedi. bıraktım yere. ellerimi ıslak mendille sildim bu arada. tam kırkdakika boyunca beni takibetti kedi. çok duygulandım lan. sonra ben bi kafeye girince pes etti. bıraktı peşimi.
- hayatımda ilk defa; çok sevdiğim bir şey, beni çok sevdi.
- hayatımda ilk defa; çok sevdiğim bir şey, beni çok sevdi.
28 Kasım 2009
hıçkırık.
benim en çok sinirlendiğim anlar, hıçkırıkla boğuştuğum anlardır. beni hayatta hiçkimse ve hiçbir şey bu kadar çok sinirlendiremez hatta. kafayı yiyorum lan böyle. boğazıma iğrenç bir sıvı geliyor. iç sarsıntılardan başım ağrımaya başlıyor. sırtım terliyor. intihar edesim geliyor lan.
- şu anda tam yirmiüç dakikadır hiç durmadan hıçkırdığım için oturdum ağlıyorum. hem de hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. o derece. ve çok sinirliyim.
- şu anda tam yirmiüç dakikadır hiç durmadan hıçkırdığım için oturdum ağlıyorum. hem de hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. o derece. ve çok sinirliyim.
24 Kasım 2009
resif.
benim gözümde, bir insanda olması gereken en önemli özellik samimiyet. tam doğru kelime bu değil, ama ilk akla geleni. mesela; sırf bana şirin gözükmek için sevdiğim şeyleri seviyormuş gibi yapanlar, her söylediğime onay verenler uzak dursun benden. bir de 'sürekli kendisini kötüleyerek karşısındakinden iltifat bekleyen tipler' var. onlara da baya tavım ha.
- aslında agresif değilim. bu kelimeyi de hiç sevmem.
- aslında agresif değilim. bu kelimeyi de hiç sevmem.
17 Kasım 2009
mandilim.
ben var ya; mandalina dilimini alıyorum şimdi. onun üst ortasından ısırıyorum. böylece zarımsı yapıyı kesmiş oluyorum bir nevi. sonra o zarı dişimle önce sağ yandan sonra sol yandan ayırıyorum ve yiyorum. sonra da mandalinanın içinde kalan pütürlü, sulu ve yumuşak kısmını böyle dişimle kazıya kazıya, yavaş yavaş yiyorum. çok zevkli oluyor.
13 Kasım 2009
sapığım.
böyle bazı insanlar var. mevsimsel bir güzellikleri oluyor. kimisi sonbahar güzeli mesela. kimisi ilkbahar. bazıları yaz. bir de rengarenk ama mat tonlarda atkı takan kış güzelleri var. hah işte ben onlara aşığım. kış güzellerine. şıpsevdi değilim. lafın gelişi aşığım.
- uzun hırka giymiş, elinde sümüklü bir mendille burnunu silmekten kızartmış, gözleri dolmuş kadınları çok çekici bulurum.
- uzun hırka giymiş, elinde sümüklü bir mendille burnunu silmekten kızartmış, gözleri dolmuş kadınları çok çekici bulurum.
5 Kasım 2009
fişbook.
böyle bazı fişlere faturalara filan kasiyer isimlerini yazıyorlar ya. onun neden olduğunu hiç anlamadım. geçenlerde cebimde, baya eskiden dienar'dan aldığım bir kitaba -fahrenheit 451- ait fişi buldum ve üstünde yazan kasiyer ismini feysbuktan arattım. sonra da 'merhaba, ben bi kere sizden kitap almıştım' diye mesaj attım. cevap yazmadı.
- bazen canım sıkılıyor, hasta oluyorum, geçiyor.
- bazen canım sıkılıyor, hasta oluyorum, geçiyor.
2 Kasım 2009
bağ'lan.
kolay bağlanıyorum, evet. ama insanlardan daha çok; nesnelere, kitaplara, sokaklara, şarkılara bağlanıyorum ben. ya da sadece bir gülümsemeye, sevdiğim kişinin saçındaki herhangi bir kıvrıma. yağmurlu gecelerde odamın camından sokağa baktığım zaman gözüken karşıdaki sokak lambasının hemen altında toplanan su birikintisine mesela. chat noir defterime. ilk mızıkama. yastığıma. sevdiğim insanların seslerine. insanlara bağlanıyor muyum, bilmiyorum.
28 Ekim 2009
britney.
ben bi kere, on yaşındayken mesela, britney spears kafası posteriyle öpüşmüştüm. duvara asmıştım böyle, dudağı dudağımın hizasına gelecek şekilde. sonra öpmüştüm işte. sonra söküp attım posteri hemen. şimdi çok pişmanım. geçmişe yönelik en büyük pişmanlığım bu. keşke öpmeseydim.
26 Ekim 2009
23 Ekim 2009
19 Ekim 2009
yalnızpazar.
yalnız olsan da; yağlı saçlarla bütün gün evde oturup, krep ve nutella eşliğinde kahvaltı yapmak, beş-altı kupa kahve tüketmek, çorap giymemek ama yelek giymek, gazetelerin sadece pazar eklerini okumak, müzik dinlemek, öğlen ve akşam yemeği yememek, hayatla her zamankinden daha çok dalga geçmek, hergün küfrettiğiniz karasineğe bile sırf o günün hatrına kızmamak.. en sevdiğim gün pazar. hayatı daha çok seviyorum ama.
16 Ekim 2009
15 Ekim 2009
blup.
hayatın bazı hareketleri hiç hoşuma gitmiyor. mesela yorganın her fırsatta intihar etmeye çalışması çok adice. düşünsenize gününüzün üçtebirini geçirdiğiniz birisi sizin yanınızdayken hep intihar etmeye çalışıyor falan. bir de bugün kulağıma su tıkanmıştı. saatlerce kafamı salladım çıksın diye. çıkmadı. akşam evde kulaklıkla müzik dinleyerek uzanayım dedim. bir 'blup' sesiyle kulağımdaki su kulaklığa boşaldı. yazık değil mi lan bana. peki ya kulaklığa. bence yazık.
14 Ekim 2009
12 Ekim 2009
bokapı.
bizim apartman kapısı normalde kapanırken çok ses çıkarır. şiddetli çarpar bırakırsanız. dün eve girerken sinirliydim ve apartman kapısını çarparak çok daha fazla ses çıkartmak istedim. oldukça hızlı bir biçimde ittim kapıyı. yavaşladı yavaşladı. çok az ses çıkararak kapandı. bu nasıl mekanizma lan. bu nasıl dünya.
9 Ekim 2009
asiz.
bazen hiç beklemediğim insanların burayı okuduğunu öğreniyorum. çok şaşırıyorum. insanların burayı neden okuduğunu da anlamıyorum. neden yazdığımı bir daha söyleyeyim. buraya yazdıklarımı birine söylemeye kalksam herkes bana salak diyor, saçmalama diyor. ya da hiç dinlemiyor. ben de bütün kaygılarımdan arınmış bir biçimde ilkokul seviyesi cümlelerle buraya yazıyorum kafamın içini. rahatlıyorum. aslında önce bi deftere yazıyorum. sonra buraya geçiriyorum. buraya yazınca kıymete biniyor da.
- bassız müzik, gazsız kolaya benzer.
- bassız müzik, gazsız kolaya benzer.
8 Ekim 2009
ıntıal.
'bu, ömür boyu sahip olduğum altıyüzkırkbirinci balık. tanrı'nın yarattığı başka bir canlıya bakmayı ve sevmeyi öğrenmem için ailem yıllar önce ilk balığımı almıştı. sahip olduğum altıyüzkırk balıktan sonra öğrendiğim tek şey, insanın sevdiği her şeyin bir gün öleceği oldu. o özel kişiyle karşılaştığını sandığın ilk anda, onun bir gün gideceğine emin olabilirsin.'
gösteri peygamberi - c. palahniuk.
- hadi şimdi okuyan herkes üstüne alınsın. çok zevkli olur ha.
gösteri peygamberi - c. palahniuk.
- hadi şimdi okuyan herkes üstüne alınsın. çok zevkli olur ha.
1 Ekim 2009
günlam.
her güne özel anlamlar yüklerim ben. pazar günleri kahve gazete günüdür mesela. coffee on a sunday. cumartesi günleri bob marley. pazartesi zeki müren günü. salı gülümsemek için en ideal gün. cuma günleri allah allah. aklfsnajgnds. şaka. cuma günleri yalnız yürüyüşlere özeldir. çarşamba günleri yüzmeye gidilir. fit olunur. perşembe günümü anlamlandıracak bir şey - bir kişi istiyorum. evet.
- en sevmediğim gün pazartesidir. sonra salı. sonra çarşamba. filan. böyle gider bu. ama bunun o günlerin anlamıyla hiçbir ilgisi yok. cidden.
- en sevmediğim gün pazartesidir. sonra salı. sonra çarşamba. filan. böyle gider bu. ama bunun o günlerin anlamıyla hiçbir ilgisi yok. cidden.
30 Eylül 2009
urak.
bazen canım yatak dışında bir yerde uyumak istiyor. geçen gece işte yolun karşısındaki otobüs durağına gittim. ışıl ışıldı böyle. ströer şehir mobilyaları filan. büyükşehir belediyesi. evet. sabaha kadar orada oturacaktım. 4'e kadar oturdum. sonra sıkıldım. eve geldim. geceleri otobüs durakları soğuk oluyor bi de. bazen salağım.
28 Eylül 2009
27 Eylül 2009
kadınlar.
bugün kardeşimi g-force isimli bir animasyona götürdüm. filmde, dişi fare ve erkek fare arasında geçen, kahkahalara boğulmama neden olan harika diyalogu paylaşmadan edemicem.
erkek: ben seni seviyorum.
dişi: hiç şansın yok. çünkü ben x'ten hoşlanıyorum.
erkek: oha, neden ki?
dişi: çünkü bana karşı çok ilgisiz. benimle hiç ilgilenmiyor.
erkek: ben seni seviyorum.
dişi: hiç şansın yok. çünkü ben x'ten hoşlanıyorum.
erkek: oha, neden ki?
dişi: çünkü bana karşı çok ilgisiz. benimle hiç ilgilenmiyor.
25 Eylül 2009
aburcubur.
patos critos mudur nedir. böyle üç boyutlu olan. heh işte onu yiyen herkes en az bir defa oradaki boşluğa dilini sokmuştur bence. bir de eti pufların kabının kenarlarını ne diye o kadar sivri yapıyorlar lan. her seferinde elime batıyor.
- internetim yok. özlüyorum burayı.
- internetim yok. özlüyorum burayı.
19 Eylül 2009
13 Eylül 2009
kabuk.
ben elmanın en çok kabuğunu severim. kabak çekirdeğinin de öyle. kabuğuyla beraber yerim böyle. hem bağırsaklara da iyi geliyormuş. en sevdiğim kitaplardan birisi de kabuk adam'dır mesela. sonra canım sıkkınken kabuğuma çekilirim genelde, içimdekileri insanlarla pek paylaşmam. ismi kabuk olan bi balığım var. bi kere de muz kabuğuna basmıştım. ama düşmedim. zaten sırf acaba düşülüyo mu gerçekten diyerek basmıştım. kabuklarla aramda özel bir bağ var. bi de şey, kabuk bağlayan yaraları hep soyarım ben yeniden yara yaparım. sonra tekrar. böyle sürer gider bu.
- yani bende bir yara açarsanız, ömür boyu kalır. ben size diyim.
- yani bende bir yara açarsanız, ömür boyu kalır. ben size diyim.
10 Eylül 2009
rol su.
bugün, henüz yeni tanıştığım birisi bana birden bire dönüp; 'sen rol yapıyorsun' dedi. şaşırdım. nasıl yani dedim. ne rolü. 'böyle değilsin aslında, biliyorum.' dedi. nasıl değilim lan dedim. hem sürekli rol yapsam çok yorucu olmaz mıydı düşünsene dedim. 'bu kadar iyi olamazsın ama başka türlü.' dedi. çok duygulandım lan. hem de çok. sonra gözlerim dolu dolu kıza baktım ve uzaklaştım oradan.
8 Eylül 2009
kıyadres.
en sevmediğim insan tipi 'dinlemeyen'dir. eğer bi insanın beni dinlemediğini fark edersem bi canavara dönüşebilirim. mesela bugün bir kadın bana bir yerin adresini sordu. ben de anlattım güzel güzel. sonra, 'pardon tekrar söyler misiniz?' dedi. çünkü ben anlatırken kıyafetlerimi inceliyordu gözleriyle. ben de sinirlendim, tam ters yolu gösterip oradan gitmesini söyledim. sonra da yalan bir gülümseme atarak 'iyi günler' dedim.
7 Eylül 2009
4 Eylül 2009
üç.
küçükken ettiğim tek bir dua vardı. 'allaam nolur, üçüncü dünya savaşı olmasın.' şimdiki çocuklarsa siyaset meydanı'nda ırkçı söylemlerle ve ailelerinden duydukları klişe sözlerle kürt açılmını tartışıyor. korkunç değil mi sizce de? ben susuyorum ne güzel. daha zevkli. savaşma seviş felsefemin temeli de küçükken ettiğim o duaya dayanıyor işte. ne temiz kalbim var ama. baksanıza. hala olmadı yeni dünya savaşı.
2 Eylül 2009
roşür.
bugün sokaktaki bir vodafone standından aldığım broşürü yüz metre ilerdeki türksel standına bırakıp kaçtım. böyle sapık zevklerim var, evet. bazen de şey yapıyorum; sokakta broşür dağıtan adamların önünden birkaç defa geçip dağıttıkları şeylerden birkaç tane alıyorum. sonra da onları oralardan geçen diğer insanlara veriyorum hiç okumadan. çok zevkli di mi.
31 Ağustos 2009
emperyalist musluk.
küçükken kakası bittikten sonra altını silmesi için "anneaaağ bittiğ." diye bağıran çocukların hiçbirisi -kiyenineslintamamıneredeyse- büyüdüklerinde taharet musluğu kullanmıyordur bence. alışmışlar bi' kere kolaya. kendimden biliyorum yani. ama bunlar hep batının oyunları ben size diyim. asimile ediyorlar bizi. boku yedik. mecazi anlamda. yok zaten avrupada taharet musluğu. dayıma sordum.
27 Ağustos 2009
24 Ağustos 2009
23 Ağustos 2009
20 Ağustos 2009
ortastop.
oha. ne zamandır buraya bir şey yazmıyorum ha. aynı zamanda ne zamandır toplu taşıma araçlarına da binmiyorum. hep otostopla gidiyorum. çok zevkli ha. böyle sağ elimin başparmağı filan. zaten parmaklarım güzeldir. bi' orta parmağım yamuk biraz. hareket çekince çokomik oluyor. isterseniz bi' gün çekerim.
12 Ağustos 2009
neyse.
hep ikinci insan olmaktan bıktım. kimse için ilk sırada değilim, biliyor musunuz? yalnız olduğumu iddia etmiyorum. bir sürü arkadaşım var. onları çoğu zaman seviyorum, evet. ama hiçbirisi için ilk sırada değilim. biliyorum. dürüst olalım şimdi. arama kaydında ilk kişiye bir şey olmadıkça kimse aramaz mesela beni. gibi. ne acı di mi.
- neyse ki, dedemin ilk torunuyum.
- neyse ki, dedemin ilk torunuyum.
10 Ağustos 2009
pırt.
bir insanı bir konuda meraklandırdıktan sonra merakını gidermemek; ısıttığın sütün cezve kapasitesinden mütevellit bardağı doldurmamasına ve kalanını doldurmak için üşenip, yeniden süt ısıtmak yerine soğuk süt doldurmaya, ve böylece ısıtılmış sütün hiç bir anlamının kalmamasına benzer.
6 Ağustos 2009
i-ne.
bir gerilim filminde olabilecek en iğrenç sahneleri izleyebilirim. en cani, en vahşi anları. gerçekte de. hem de hiçbir gariplik hissetmeden. hatta zevk alarak. ama bir insana iğne yapıldığını görmeye dayanamıyorum. filmlerde filan öyle iğneli sahneler çıkınca gözümü kapatıyorum. basit bir aşı olsa bile. oysa iğneden korkan bir insan da değilim. sorun yok yani, yapabilirler bana. işin tuhaf yanı, bu durum sadece iğneye mahsus. koluma dikiş atılırken izledim mesela.
5 Ağustos 2009
payl aşımı.
bir insanın hayatımdan bir anda gitmesinden çok yaşanmışlıklarımızın, paylaştıklarımızın bir anda yok olduğunu görmek acı verir bana. hatta en çok bu acı verir.
3 Ağustos 2009
kahvarı.
en sevdiğim içecekler listesinde kahve ilk beşe girer. en sevmediğim hayvanlar listesinde arı ilk beşe girer. kahveyi yakınca arıların oraya yaklaşmadığını öğrendim dün. içim ne kadar temiz di mi. bildiğin toz kahveyi tutuşturuyormuşsun işte, tütsü gibi yanıyor yavaş yavaş. çoilginç.
2 Ağustos 2009
dondırmak.
pastanede dondurma isterken 'çikolatalı' diyen birinin olabileceğini hiç düşünmezdim. herkes kakaolu diyor sanıyordum. çikolatalı daha samimi. ve bunu söyleyen benim arkadaşım. nağber.
31 Temmuz 2009
soğcak.
duş almadan önce kovayı doldururken soğuk suyu açmayı unutmuşum. sonra kova dolduğunda yeterince ılık mı diye hızlıca sağ elimi suya daldırdım. su kaynama noktasını aşmış, reseptörlerimin dediğine göre. aslında o kadar salak değilim ama işte.. bu yazıyı da tek elle yazdım haliyle. ona göre.
30 Temmuz 2009
28 Temmuz 2009
21 Temmuz 2009
şeyk it milk.
ben pembeyi hiç sevmem. bunun erkeksilikle ilgisi yok. ciddiyim. kırmızıyı, eflatunu falan seviyorum gayet. ama pembe midemi bulandırır. mesela çilekli milkşeyke bayılırım ama cam bardaktaysa içemem. midem bulanır pembe diye. görmeden içmem gerek. yoksa kusarım valla. gözüm kapalıyken de bir dikişte içerim oh mis diyerek, dişlerimin sız sız diye sızlamasına aldırmadan. çok samimiyim.
- ayrıca en sevdiğim renk kırmızıdır.
- ayrıca en sevdiğim renk kırmızıdır.
19 Temmuz 2009
18 Temmuz 2009
tuzlandırıcı.
özgün ve ben hayvan gibi tuz tüketiriz. dün ben genç yaşta hipertansiyon sahibi olacağımızdan yakınırken dedi ki; 'ya olum neden candarel, hermestas ve türevleri tatlandırıcılar var da tuzlandırıcı yok ki.' çok mantıklı değil mi lan.
17 Temmuz 2009
pizzacuma.
canım sıkıldığında ya da düşünmeye ihtiyacım olduğunda balkona çıkarım ben hep. sağ ayağımı korkuluğun altındaki beton çıkıntıya koyup, sağ dizimi de korkuluğun en üst noktasına dayayarak öylece durur ve sokağı izlerim. tam karşıda da pizzacı var. az önce öyle balkondaydım yine, dedim bi pizza yiyeyim oh mis. aradım cevap vermedi. dürbünle pizzacının içine bakayım dedim, baktım kimse yok içeride; kapıda bir yazı asılı: 'cumaya gittim gelicem'. içimden küfrettim. çok açım lan napim. herkesin inancına saygım var yani yoksa.
16 Temmuz 2009
15 Temmuz 2009
14 Temmuz 2009
ba.
çarpmadı otobüs filan. o değil de; -bukalıbabayılıyorumodeğilde- her yazar olmak isteyen, kendince yazı yazan gencin babasıyla problemleri oluyor ve babasını yazıyor. bu olaya baya tavım ben ha. ben de mi yazsam lan. ailesi tarafından anlaşılmayan ergen tripleri filan.
- hiç odama girdin mi baba? böhü. girsen nolcak sanki. yatak, kitaplar filan. televizyon bile yok, sıkılırsın, ben sana diyim bak.
- hiç odama girdin mi baba? böhü. girsen nolcak sanki. yatak, kitaplar filan. televizyon bile yok, sıkılırsın, ben sana diyim bak.
13 Temmuz 2009
yem.
hayat çok garip bir şey lan. bazen çok seviyorum kendisini. ama bazen çok üzüyor beni. anlatacak çok şeyim var. dinleyecek kimsem yok. olanları da yitiriyorum bir bir. aferim bana. balıklarım iki gündür açlar. yemleri bitti. onları da yitirmemek için yem almaya gidiyorum şimdi. belki otobüs filan çarpar yolda. sınavım kötüydü, sormayın. çarpmazsa söylerim.
- do you like punk music? artık, en üzgün ve en neşeli anlarımda bu soruyu soruyorum. azocan'dan öğrendim.
- do you like punk music? artık, en üzgün ve en neşeli anlarımda bu soruyu soruyorum. azocan'dan öğrendim.
5 Temmuz 2009
sarkoş.
çizgifilm karakteri gibi adamım valla. hani çizgifilmlerde birisi hızlıca koşarken kafasına yere paralel bir kapı üstü ya da sopa çarpar. çarptığı yer tam göbeğinin hizasında olacak şekilde sırtüstü hızlıca düşer ya kahramanımız. işte bana öyle oldu. kumsalda koşarken şemsiyenin demirine çarptım kafamı. ve aynen anlattığım gibi düştüm. bu tarz bir düşüşü sadece filmlerde olur sanıyordum. yeşil yıldızlar vardı başımın etrafında dönen. sonra kahkaha atarak kalktım yerden ve tekrar koşmaya başladım. bu sefer yere sabitlenmiş bi demir çöp kutusuna ayağımı çarptım. sağ ayağımın üstünde seke seke koşmaya devam ettim. duramıyordum. çok sarhoştum napim. bu arada bütün bu koşuşlar denize doğruydu. saat gece üçtü. denizden çıkınca tekrar koşmaya başladım ve aynı ayağımı başka bir çöpkutusuna çarptım. iki gündür üstüne basamıyorum işte. üstelik kafam şişti. tom ve jerry'deki gibi çekiçle indireyim dedim. iyice şişti. nolcak bilmem.
- ben sarhoş olunca hep koşarım.
- ben sarhoş olunca hep koşarım.
27 Haziran 2009
börem.
az sonra size iğrenç bir itirafta bulunacağım. daha önce süsüne püsüne düşkün bir ekek olduğumu söylemiştim. üç senedir ellerim için nemlendirici kullanıyorum. bu süre zarfında envai çeşit marka denedim. ama söylemeliyim ki, hiç birisi su böreği yedikten sonra ellerimin yağlanması kadar yaramıyor cildime. valla lan. utanmasam elimi böreğe sürüp çıkacam dışarı.
26 Haziran 2009
kür'dan gemi.
kürdanları yan yana dizip bantlamak suretiyle minik sallar yapardım küçükken. küvette filan yüzdürürdüm sonra. komşumuzun kızının oğlu öğretmişti. 6 yaşındaydım o zaman. o günlerdeki en büyük hayalim ahşaptan kocaman bir gemi makedi yapabilmekti.
- insanın çocukluk hayallerinin gerçekleşemeden, hayal olmaktan çıkması ne kötü.
- insanın çocukluk hayallerinin gerçekleşemeden, hayal olmaktan çıkması ne kötü.
24 Haziran 2009
limonata.
meşhur limonata'mın özel tarifini ilk defa veriyorum:
3 limon sıkın, yarım bardak suyla karıştırın. sonra onu musluğa dökün. gidin bakkaldan tang alıp iki litrelik içi su dolu bir sürahiye dökün. oh mis. hayal kırıklığı da böyle bir şey.
şaka yaptım, sonra vericem.
şimdilik yeni fotoblog'umun adresini veriyorum: http://fotografcekmeli.blogspot.com/
3 limon sıkın, yarım bardak suyla karıştırın. sonra onu musluğa dökün. gidin bakkaldan tang alıp iki litrelik içi su dolu bir sürahiye dökün. oh mis. hayal kırıklığı da böyle bir şey.
şaka yaptım, sonra vericem.
şimdilik yeni fotoblog'umun adresini veriyorum: http://fotografcekmeli.blogspot.com/
klozet.
kendimi en çok kaka yaparken savunmasız hissediyorum. mesela deprem olsa o hâlde bi kolonun altına bile kaçamazsın, yangın çıksa poponu silmeden kalkamazsın. bunlar sadece örnek. ama öyle değil mi. düşmanınızı en zayıf an'ında yakalamak istiyorsanız kaka yapmasını bekleyin. size tavsiyemdir.
18 Mayıs 2009
ego.
bir insanın arkadaşlarıyla-tanıdıklarıyla ilişkilerinin maneviyattan uzaklaşıp, sadece kendini ruhen tatmin etmek için olmaya başladığını anladığım anda o insan benim için bitmiştir. herkesin hep seni sevmesini, sana âşık olmasını, bir sürü 'arkadaş'ın olmasını istediğini biliyorum. ama işler böyle yürümüyor.
15 Mayıs 2009
ısmarlama.
bugün bi arkadaşım, 'aşık olacağın kızda olması gereken en önemli özellik ne?' diye sordu. 'beni kendine aşık etme yeteneğine sahip olmalı' dedim. aşk, ısmarlama olmaz çünkü. ne öyle, özellik falan. iyi demiş miyim?
13 Mayıs 2009
iz.
yollarsanız da okumam dedim, evet. çünkü dün gece, bana eskiden yollanan mektupları okudum. -toputopu3tanelerzaten- ve artık mektuplara olan inancımı yitirdim. mektupun bugüne kadar taşıdığı tek şey kağıdın üstündeki bardak izi. mektupta yazılanlardan ise iz yok.
- o da tuhaf lan, bir senedir duruyor iz.
- o da tuhaf lan, bir senedir duruyor iz.
11 Mayıs 2009
9 Mayıs 2009
7 Mayıs 2009
hırsızım.
ilk ve son hırsızlığımı sekiz yaşında snoopy için yapmıştım. ben snoopy'nin en büyük hayranıyken, snoopy'i sadece sevimli bir köpek olarak gören komşumuzun oğlunun tam on farklı versiyonda snoopy oyuncağı vardı. ben de birini çalmıştım. bütün gece uyuyamadım. ve ağladım. ertesi gün gizlice tekrar yerine koydum o yüzden. salak eksildiğini ve yeniden yerine geldiğini bile fark etmemişti ama.
- gerçekten, ilk ve sondu.
- gerçekten, ilk ve sondu.
6 Mayıs 2009
ölü.
ölümün beni acıtan, ürküten tek tarafı 'bir daha' olgusunun ortadan kalkışıdır. eğer ölürse; bir daha göremeyeceksin mesela, bir daha sesini duyamayacaksın, bir daha konuşamayacaksın onunla, dokunamayacaksın. belki sadece yazılarını okuyabilirsin. eğer bir insanı hayatınızdan çıkarmak istiyorsanız, öldürün gitsin. yaşarken de ölünür. yazarken de ölünür.
-cenazelerle aram pek iyi değildir.
-cenazelerle aram pek iyi değildir.
5 Mayıs 2009
eştiriel.
çevremde, hiç eleştiri kabul etmediğimi söyleyenler de, eleştiriye çok açık olduğumu söyleyenler de var.her iki grup da haklı aslında. çünkü benim için eleştirinin belli kalıpları vardır ve eğer karşı taraftan gelen eleştiri bu kalıpların dışındaysa, o eleştiriyi yok sayarım ben. mesela; sürekli beni olumsuz bir şekilde eleştiren ve sadece eleştirmekle kalan, yapıcı önerilerde bulunmayan bir insanın hakkımda ne düşündüğünün hiçbir önemi yoktur benim için. hatta onların eleştirilerine katlanamam.
3 Mayıs 2009
çiş.
en büyük çocukluk kâbusum, bir dizi şeklindeydi. her gece aynı ortamda, aynı canavarla farklı bir senaryo görüyordum. çığlıklarla ve ter içinde uyanıyordum, altım ıslak ve çiş kokulu bir biçimde. ve bu kabuslar, en yakın arkadaşımın oturduğu apartmanın koridorlarında geçiyordu. sanırım arkadaşlarımdan uzak durmaya başlayışım o zamanlara dayanıyor.
26 Nisan 2009
ba. kü-
buraya yazmanın en güzel yanı, rahatlamam. kendimi rahatlatıyorum.
ikinci en güzel yanı ise daha güzel. okuyanlar beni tanısalar bile buraya yazdıklarımla yargılıyorlar ya. çok hoşuma gidiyor bu. mesela bi' alttaki yazımı okuduktan sonra bana şekilci demiyen top olsun. bazen komik oluyorsunuz.
- birmayıs'ın küba için, turizmden mütevellit, büyük bir gelir kaynağı olması çok ironik değil mi lan.
ikinci en güzel yanı ise daha güzel. okuyanlar beni tanısalar bile buraya yazdıklarımla yargılıyorlar ya. çok hoşuma gidiyor bu. mesela bi' alttaki yazımı okuduktan sonra bana şekilci demiyen top olsun. bazen komik oluyorsunuz.
- birmayıs'ın küba için, turizmden mütevellit, büyük bir gelir kaynağı olması çok ironik değil mi lan.
23 Nisan 2009
siyaz.
yine değişti burası. siyahbeyaz'a dönmek istedim tekrar. siyahbeyaz'ın kusursuz uyumu ve çarpıcılığı başka hiçbir renkte yok zira. fotoğraflarda da bir süre siyahbeyaz çalışmaya karar verdim. kovboy woody'i hatırlayanınız var mı? toy story'nin kahramanı. oyuncak. toy story benim gittiğim ilk sinema filmiydi. kovboy woody de özeldir bu yüzden benim için. onun oyuncağı da var bende yedi yaşımdan beri saklıyorum. obsesif tavırlarım var benim.
- çucuk bayramınız kutlu olsun.
- çucuk bayramınız kutlu olsun.
16 Nisan 2009
varyum.
yastayım. benim ufak bir akvaryumum var. on tane filan da balık var işte içinde. bi' balığıma diğerleri saldırıp duruyordu. adı perşembe'ydi. balıkcaaz akvaryumun içinde oradan oraya kaçıyordu. en sonunda ne olduğunu tahmin bile edemezsiniz. kuyruğunu kopardılar lan balığın döve döve. balıkcaaz yüzemedi. filtrenin kenarına sıkıştırıp kendini, öyle yaşıyordu. itiyordum yüzebilecek mi diye, akvaryumun tabanına çarpıyordu zavallım önce. sonra fitreden kaynaklanan akıntının da yardımıyla güç bela tekrar yerine geçiyor orada yaşıyordu. tam bir hafta böyle yaşadı.
perşembe günü öldü. çok ironik.
- yukarıda yazan tarihten bir gün sonra koydum bu yazıyı.
perşembe günü öldü. çok ironik.
- yukarıda yazan tarihten bir gün sonra koydum bu yazıyı.
14 Nisan 2009
13 Nisan 2009
tost.
annem evden çıkmadan önce tost hazırlamış bana. neden bilmiyorum ama böyle anlarda çok duygulanıyorum ben. ne kadar çok sevildiğimi hissediyorum. telefonsuzluk çok güzel bir şey bu arada. gerçekten. tavsiye ederim yani. ama bir ev telefonu lazım tabi ki. normal şartlar altında telefonda hiç konuşmadığım. abuk subuk kısa mesajlarla iletişim kurmaya çalıştığım insanlar yok artık. benimle konuşmak isteyince ev telefonumu arayıp, sesimi duyan, sesini duyduğum insanlar var.
- bu kadar.
- bu kadar.
12 Nisan 2009
karşı.
sigara içmememe -sonkelimeyiikidakikadayazabildim- rağmen asla sigara karşıtı bir insan olmadım. sigara karşıtlarına karşıyım yani. keyif lan bu. size ne. rahatsız oluyorsan uzaklaş ortamdan. aslında ben genelde karşıtlıklara karşıyım. popüler kültür mesela. esasen bir popüler kültür karşıtıyım. ama aynı zamanda popüler kültür karşıtlarına da karşıyım. zira bu karşıtlık durumunu da popüler hale getirdiler. hayır çarşı'dan filan değilim.
- saçmalarken gündelik streslerden arınıyorum. başka bir sebebi yok yani bunların.
- saçmalarken gündelik streslerden arınıyorum. başka bir sebebi yok yani bunların.
8 Nisan 2009
30 Mart 2009
27 Mart 2009
sepet.
hava yine hüzünlü; mevsim sonbahar sanıyor kendini. yağmur olsa yağacak. ben yine evde miskin bir gün geçiriyorum. ankesörlü telefonum hiç çalmadı. henüz kimse bana mektup yollamadı. süt bitti. karnım acıktı. duş almam lazım. şampuanım da bitmiş. seni özledim.
şimdi kapı çalsa, kapının önüne koyulup kaçılmış bir sepet bulsam. ve sepetin içinde 'mektup, süt, ekmek, clear şampuan ve sen' olsan ne kadar sevinirim anlatamam.
- köprücük kemiğinin çukuruna yuva yapmak istiyorum. sen kim bilmiyorum.
şimdi kapı çalsa, kapının önüne koyulup kaçılmış bir sepet bulsam. ve sepetin içinde 'mektup, süt, ekmek, clear şampuan ve sen' olsan ne kadar sevinirim anlatamam.
- köprücük kemiğinin çukuruna yuva yapmak istiyorum. sen kim bilmiyorum.
25 Mart 2009
şıpsevdi.
çocukluğumu şıpsevdi sakızların içinden çıkan yazıları okuyup, aşkın ne olduğunu anlamaya çalışarak geçirdim. hayır, saçmalamayın. şaka yaptım. yedi yaşından bu yana melankolik olan bir insan yoktur herhalde yeryüzünde. genel anlamda melankolik bir insan olmasam da, zaman zaman -farkında olmadan- büründüğüm melankolik tavırlarım ve limonatacı'da yazan yazılarım beni korkutuyor. hayır, ben cezmi ersöz olmak istemiyorum lan. ayrıca 'melankoli' çok dandik bir kelime bence.
- ben aslında iyi bir insanım. şıpsevdi en sevdiğim sakız markasıdır. cornflakes'in sadesini, sütü şekersiz tercih ederim.
- ben aslında iyi bir insanım. şıpsevdi en sevdiğim sakız markasıdır. cornflakes'in sadesini, sütü şekersiz tercih ederim.
20 Mart 2009
katır.
ben bir insanla konuşurken o insan yüzüme bakmazsa ben çok sinirlenirim. mesela ben konuşurken o telefonuyla filan uğraşıyorsa deliririm. bugün katırları doğuranın at mı eşek mi olduğu sorusu geldi bi' anda aklıma. bütün gün bu soruya cevap aradım. çevremdeki bilebilecek insanlara sordum. bulamadım. biliyorsanız söyleyin. bir de benimle konuşurken yüzüme bakın.
- o değil de; ankesörlü telefonlardan kısa mesaj da çekilebiliyormuş. telefon kullanmadığımı söylemiştim. yine de bana illa ulaşmak isteyenlere en çok kullandığım, yanından en çok geçtiğim ankesörlü telefonun numarası: 0332. 322 00 37.
- o değil de; ankesörlü telefonlardan kısa mesaj da çekilebiliyormuş. telefon kullanmadığımı söylemiştim. yine de bana illa ulaşmak isteyenlere en çok kullandığım, yanından en çok geçtiğim ankesörlü telefonun numarası: 0332. 322 00 37.
19 Mart 2009
mavi.
minimal havaya dokunmadan, biraz renk ve neş'e kattım bloga. alışmak biraz zaman alacak gibi olsa da sevdim bu hâli. bugün ço'güzel bir gün. ve mavi. bugüne bir renk adı verecek olsam mavi derdim. gökyüzü parçalı bulutlu. bulutsuz yerler masmavi. hava ne sıcak, ne soğuk. hafif rüzgârlı. bütün bu bilgileri sadece balkondan edindim. neyse ki odamın balkonu var. sabahtan beri evden hiç çıkmadım, ve evde yalnızım. saat biriüçgeçiyor. daha kahvaltı etmedim. az önce duştan çıktım. ve üstümü giyindim. üstüm şöyle; kot pantalon, turkuaz mavisi merserize bir kazak içerisine beyaz gömlek. bugün ben de maviyim yani. şimdi gidip kendime güzel bir kahvaltı hazırlayacağım. belki omlet yaparım. ve belki akşam üzeri dışarıya çıkar, biraz hava alırım.
- ben bazen beklenmedik bir telefon alınca, en iyi bildiğim sesleri bile tanıyamıyorum. buyrun diyorum.
- ben bazen beklenmedik bir telefon alınca, en iyi bildiğim sesleri bile tanıyamıyorum. buyrun diyorum.
15 Mart 2009
mario.
bazen kendimi olduğumdan daha yaşlı hissediyorum.
en yakın arkadaşlar doğum günlerini feysbuk'tan hatırlar-kutlar oldu. ne samimiyetsizlik ama. msn kullanmıyorum ben. herkes kısa mesaj yolluyor birbirine deli gibi. parmaklarım ağrıyor. uzun süre cep telefonu kullanmamaya karar verdim. böylece radyasyondan uzak kalırım bir süre. eskiden mektup varmış mesela. bana mektup yollasanıza. mail değil. bildiğin mektup. belki o zaman, dünyanın en mutlu insanı olurum.
bazen kendimi olduğumdan daha çocuk hissediyorum.
- hayır, kendimi en kötü hissettiğim anlarda yazı yazmıyorum. bilgisayarı açıyor, mario oynuyorum. ben çok güzel mario oynarım.
en yakın arkadaşlar doğum günlerini feysbuk'tan hatırlar-kutlar oldu. ne samimiyetsizlik ama. msn kullanmıyorum ben. herkes kısa mesaj yolluyor birbirine deli gibi. parmaklarım ağrıyor. uzun süre cep telefonu kullanmamaya karar verdim. böylece radyasyondan uzak kalırım bir süre. eskiden mektup varmış mesela. bana mektup yollasanıza. mail değil. bildiğin mektup. belki o zaman, dünyanın en mutlu insanı olurum.
bazen kendimi olduğumdan daha çocuk hissediyorum.
- hayır, kendimi en kötü hissettiğim anlarda yazı yazmıyorum. bilgisayarı açıyor, mario oynuyorum. ben çok güzel mario oynarım.
14 Mart 2009
ankesör.
bu cumartesimi evde miskinlik yapmaya ayırdım. saat üç. miskinlik yapmaya devam ediyorum. bazen herkes öyle yapmacık geliyor ki bana. hatta kendim bile. telefonum bozuldu. eksikliğini pek hissetmiyorum. zaten arayıp soranım yoktu fazla. ben birini arayacağım zaman da ankesörlü telefonların sıcacık kabinleri koşuyor imdadıma. uzun bir süre telefon kullanmayacağım anlaşılan.
4 Mart 2009
2 Mart 2009
yeni.
bıktım artık ya. gerçekten. o kadar sıkıldım ki. her şeyden. bir sürü nokta koymak istiyorum. her yere. bi' an önce bitsin diye. nokta koyunca bit.mi.yor. ki. yarı.m kalıyor bak. hayatımda yeni birisine ihtiyacım var. yepyeni hiç tanımadığım birisi olabilir bu. ya da uzaktan tanıdığım, ama sadece selamlaştığım, el sallaştığım birisi. birisi olsun da. yeter. şaşırtsın beni. gelsin mesela yanıma bi' akşam üstü, 'beraber yürüyelim mi?' filan desin. ya da ben otururken, boş olan yanıma otursun. sohbet ederiz. açılırız.
insanlarla ilk tanışma anında hayli girişken ve cesaretli olsam da, tanışıklığı ilerletme konusunda çok utangaçım lan ben. beceremem o işi. bakmayın böyle gözüktüğüme. neyse, velhasıl kelam; yeni birileriyle tanışmaya, ya da uzaktan tanıdığım birisiyle olan tanışıklığımı ilerletmeye ihtiyacım var.
- adının baş harfini söylerken, dilimin damağıma deymesini seviyorum.
insanlarla ilk tanışma anında hayli girişken ve cesaretli olsam da, tanışıklığı ilerletme konusunda çok utangaçım lan ben. beceremem o işi. bakmayın böyle gözüktüğüme. neyse, velhasıl kelam; yeni birileriyle tanışmaya, ya da uzaktan tanıdığım birisiyle olan tanışıklığımı ilerletmeye ihtiyacım var.
- adının baş harfini söylerken, dilimin damağıma deymesini seviyorum.
28 Şubat 2009
burası memnu.
odasının duvarlarına posterler asıp, hayran olduğu kadınların fotoğraflarıyla masaüstlerini süsleyen erkeklerden değilim. oylum talu ve beren saat'e olan ilgim hayli yüksek, o ayrı. ilgi dediğim, bu kadınları izlemeyi seviyorum. beren saat'in güzelliğinin yanında bir de şuhluk var. beren'in en çok boynunu ve bileklerini beğeniyorum ben, gerçekten kusursuz. ama o erken yaşlanacak. mimikleri hep kırışıklık. cildi gevşek. oylum talu da dünyanın en güzel kadını değil, biliyorum. ama en sempatiği olabilir. o nasıl bir gülümsemedir. saçları sonra. bazen bilmediği konularda bir şeyler biliyormuş gibi yapıp, saçmasapan konuşsa da o güzel ses tonuyla söylediği her lafa hayran kalabilirim.
- beren saat v.s oylum talu.. hmm. and the oscar goes tooo beren talu. olsa negzel olurdu diğ mi.
- beren saat v.s oylum talu.. hmm. and the oscar goes tooo beren talu. olsa negzel olurdu diğ mi.
26 Şubat 2009
garip.
aslında insan birçok şeyi en yakınlarına anlatamıyor. hepimizde öyle değil mi bu durum? kaç kişi bir sıkıntısını ilk olarak annesine anlatıyor. çok az. neden. çünkü o en yakınımız. en yakın arkadaş da bu durumda aslında. neyse belki yanılıyorum.
ama ben en önemli şeyleri en yakınlarıma anlatamam. alakasız birileri olmalı, belki yeni tanıştığım ya da fazla samimi olmadığım birileri. hatta çoğu zaman kimseye anlatmam. ama bana bozulmaktan, güvenmemekten vazgeçin. benböyleyimlan! kabul edin artık. ya da etmeyin. sizi seviyorum, evet. ama kendimi daha çok.
- ben küçükken, çok küçükken, cornflakes nedir bilmezdim. o zamana göre daha büyük ama bu zamana göre daha küçükken ise; her sabah cornflakes yerdim. hem de her sabah.
ama ben en önemli şeyleri en yakınlarıma anlatamam. alakasız birileri olmalı, belki yeni tanıştığım ya da fazla samimi olmadığım birileri. hatta çoğu zaman kimseye anlatmam. ama bana bozulmaktan, güvenmemekten vazgeçin. benböyleyimlan! kabul edin artık. ya da etmeyin. sizi seviyorum, evet. ama kendimi daha çok.
- ben küçükken, çok küçükken, cornflakes nedir bilmezdim. o zamana göre daha büyük ama bu zamana göre daha küçükken ise; her sabah cornflakes yerdim. hem de her sabah.
25 Şubat 2009
tüy.
ne zamandır güvercinler gelmiyordu balkonuma. unuttular sanıyordum. bugün geldiler. güvercinler midemi bulandırırdı küçükken. ben küçükken, büyüyünce her şey güzel olacak sanıyordum. ben büyüdüm; ve artık güvercinleri seviyorum. her kanat çırpışında bir güvercinin, balkonuma düşen tüylerini sayıyorum. ama her şey güzel değil. tüyleri sayma konusunda ciddiyim, derin-duygusal bir anlamı da yok bunun. öylesine sayıyorum. neden kimse beni dinlemiyor; sen mesela, neden hiç dinlemiyorsun beni?
- bi' gün lunaparka gidelim mi? kaydıraktan kayarız.
- bi' gün lunaparka gidelim mi? kaydıraktan kayarız.
19 Şubat 2009
ah le yar.
ben bir şarkıya takılırsam, çevremdeki herkesi o şarkıdan nefret ettirene kadar söylüyorum o şarkıyı. bütün gün. her an. 'ah le yar' evet bu sıralar buna takıldım. bir yücel arzen bestesi. ne harika sözler, ne harika müziktir o. öylesine benden ki, belki de ondan..
"sana olan duygularımı bir bilebilsen, anlayabilsen
belki severdin.
içimdeki hasretini bir duyabilsen, anlatabilsem
belki benimdin."
"sana olan duygularımı bir bilebilsen, anlayabilsen
belki severdin.
içimdeki hasretini bir duyabilsen, anlatabilsem
belki benimdin."
18 Şubat 2009
şıp.
hayat, beni neden yoruyosaan? ciddi soruyorum lan bu soruyu. cevap verirsen sevinirim yani. nedenhepgötlükyapıyosun?
mesela; yağmur yağdıktan sonra çatı oluklarında ve saçak kenarlarında sular birikir ve şıpşıp aşağıya düşer ya; işte o sırada mutlaka ben bir saçak altından geçiyor olurum. ve şıp kafama düşer. buna neden izin veriyosun. neden hep ben. güzel kızları neden hep tipsiz ve serseri erkekler kapıyor mesela. hı?
mesela; yağmur yağdıktan sonra çatı oluklarında ve saçak kenarlarında sular birikir ve şıpşıp aşağıya düşer ya; işte o sırada mutlaka ben bir saçak altından geçiyor olurum. ve şıp kafama düşer. buna neden izin veriyosun. neden hep ben. güzel kızları neden hep tipsiz ve serseri erkekler kapıyor mesela. hı?
14 Şubat 2009
tüyo.
benim sevgilim olsa; ona yüzük ya da kolye almazdım. sıradan bir kıyafet veya çanta da almazdım. bir kutu yaptırırdım mesela, iç'ine sevdiği şeyleri doldururdum. ama her şeyi. ya da bi' kutu içinde sadece çikolata olabilir mesela. bitter olsun mümkünse. likörlü de olur.
- pastel tonları çok seviyorum. pastel mavi mesela.
- pastel tonları çok seviyorum. pastel mavi mesela.
11 Şubat 2009
8 Şubat 2009
süt.
melaba. dün yolda yürüyordum. şu yapışık sokak çocuklarından birisi geldi yanıma, yapıştı haliyle. mendil satmak istiyormuş, ama benim burnumda sümük yoktu. git başımdan dedim. ben böyle bir insanım, 'sümük yoksa mendil de yok' felsefesinde yani. saçmalamayın, öyle felsefe mi olur. oluyor işte. gitmedi. almicam dedim, çocuk gitsene. almicaksan sen git dedi. manyak mıdır nedir. peki dedim. yumuşak başlı değilim ama uysal koyunum zira. dur gitme, atma beni terk etme. dedi çocuk. şaka, böyle demedi ama dediği şey özünde buydu. neyse; tutturdu al diye. sonra;
ağbi bişiy söylüyüm mü? dedi. söyle dedim ben de. ağbi be, kardeşime süt alacam ben. ama sen mendil almazsan alamam dedi. tabi benim o anda gözlerim doldu. kardeşine alacak diye değil, süt dedi diye. süt kelimesine nasıl dayanabilirdim ki. yürü lan sıpa dedim, mendil almicam ama süt alayım ben sana dedim. çocuk yolun ortasında zıplamaya başladı, dünyanın en mutlu insanı oldu. güldü, ağbi sen mendil satmaya çalıştığım en kral insansın dedi. oysa ben insanlığımdan veya krallığımdan değil, süt için yapıyordum her şeyi. yaklaşık altınoktadört dakika yürüdükten sonra bir bakkala girdik, tamyağlıuhtbirlitrepınarsüt aldım. ve sütü eline verip yolladım çocuğu. giderken bana eliyle öpücük attı. mendil almadım.
- süt'e asla hayır diyemem. gerçekten diyemem. evet.
ağbi bişiy söylüyüm mü? dedi. söyle dedim ben de. ağbi be, kardeşime süt alacam ben. ama sen mendil almazsan alamam dedi. tabi benim o anda gözlerim doldu. kardeşine alacak diye değil, süt dedi diye. süt kelimesine nasıl dayanabilirdim ki. yürü lan sıpa dedim, mendil almicam ama süt alayım ben sana dedim. çocuk yolun ortasında zıplamaya başladı, dünyanın en mutlu insanı oldu. güldü, ağbi sen mendil satmaya çalıştığım en kral insansın dedi. oysa ben insanlığımdan veya krallığımdan değil, süt için yapıyordum her şeyi. yaklaşık altınoktadört dakika yürüdükten sonra bir bakkala girdik, tamyağlıuhtbirlitrepınarsüt aldım. ve sütü eline verip yolladım çocuğu. giderken bana eliyle öpücük attı. mendil almadım.
- süt'e asla hayır diyemem. gerçekten diyemem. evet.
4 Şubat 2009
kimaramışcell.
arkadaşlarımı çok seviyorum lan. öyleböyledeğil. çok. hepiniz iyi ki varsınız, cidden. beni arkadaşı olarak gören herkes, uzaktan tanıyanlar, benim arkadaşım olarak gördüğüm herkes.. hepinizi seviyorum. lâkin yine de; hakkımda yazılanları okuyup da, sekiz saniyeden fazla 'acaba' diye düşünenler, uzak dursun benden.
-haklı olan, suçsuz olan feryat eder mi hiç? tehditler savurur mu?
-haklı olan, suçsuz olan feryat eder mi hiç? tehditler savurur mu?
3 Şubat 2009
ses.
ne kadar önemli di mi ses? dün hayatımın en boktan gecesini yaşadım. insanlar beni yaftalayarak üzerimden prim yapmaya çalışıyor ve ağır ithamlarda, iftiralarda bulunuyorlar. hiçbir yorum ve açıklama yapmadım bu konuda. zira bunu gerektirecek bir durum yok ortada. neyse; kendini çok kötü hissedince insan, ya bir kucağa ihtiyaç duyuyor, ya bir omza, ya da uzaktaki bir sese. annemin omzu, babamın kucağı bu ihtiyacımı bi nebze karşıladı. onları seviyorum. ve gece yarısı ırmak aradı beni. ırmak bi şeker bi şeker. büyüyünce peyzaj mimarı olcak. ikiyaş büyük benden, 'ablacık' diyorum ona o yüzden. konuştu benimle, beni teselli etti, kendimi iyi hissetmem için elinden geleni yaptı. ihtiyacım olan ses, o'nun sesiymiş. teşekkür ediyorum. gerçekten.
aziz nesin der ki:
"öyle bir boşluktayım
düşüyor muyum ağıyor muyum
belli değil yanım yörem
sesini gönder tutunmaya
sarılıp sesine kurtulayım."
- insanın ablası olmasa da; ablası olması ne güzel bir şey.
aziz nesin der ki:
"öyle bir boşluktayım
düşüyor muyum ağıyor muyum
belli değil yanım yörem
sesini gönder tutunmaya
sarılıp sesine kurtulayım."
- insanın ablası olmasa da; ablası olması ne güzel bir şey.
2 Şubat 2009
sivilce.
sabah uyandığımda yüzümde bir sivilce vardı, yeni. hem de ağrılı. ben de -sankiisteyerekyaptım- bir değişiklik yaptım ve dersanaye gittim. günlerdir evden çıkmadıktan sonra geçirdiğim bugün, bana fazla sosyal geldi, bünyem kaldırmadı.
bu bloga neden böyle kısa ve ilkokul düzeyinde cümleler yazdığımı ben de bilmiyorum. akşam eve gelip aynaya baktım, sivilceme. saçlarımın çok uzun olduğunu fark ettim. cetvelle ölçtüm, rakamla: dokuznoktaiki, yazıyla: 9.2 santim' olmuşlar. vavcanına. yarın kestirmeye karar verdim. evet, yarın saçımı kestireceğim ve çok heyecanlıyım. canım acıyor. kendime acıyorum.
- ağrılı ve ucu olmayan sivilcesi olanlara acıyorum.
bu bloga neden böyle kısa ve ilkokul düzeyinde cümleler yazdığımı ben de bilmiyorum. akşam eve gelip aynaya baktım, sivilceme. saçlarımın çok uzun olduğunu fark ettim. cetvelle ölçtüm, rakamla: dokuznoktaiki, yazıyla: 9.2 santim' olmuşlar. vavcanına. yarın kestirmeye karar verdim. evet, yarın saçımı kestireceğim ve çok heyecanlıyım. canım acıyor. kendime acıyorum.
- ağrılı ve ucu olmayan sivilcesi olanlara acıyorum.
1 Şubat 2009
pijama.
'bu sabah uyanırken tam, karşıma çıktın..' kafam karıştı. yüzümü bile yıkamadan, pijamalarımla, üstüme bir şey almadan; bakkala gidip, ikiekmekbihürriyetbisabah aldım. geldim. gazete okudum. yüzümü yıkadım. kahvaltı ettim. akşam oldu, hala pijamalarımla oturuyorum. kafam karmakarışık.
- "keşke kafam bir dükkan olsa da; en azından pazar günleri kapansa.* "
- "keşke kafam bir dükkan olsa da; en azından pazar günleri kapansa.* "
31 Ocak 2009
onbirbuçuk.
bu kapalı havalar; yağmur kokulu, ıslak kaldırımlı zamanlar bunaltmıyor beni. ben, kapalı havalarda daha mutlu, daha huzurlu olan bir insanım zaten. beni bunaltan şey altıgündürevden-neredeyse-hiççıkmamışolmam. ve hiçbir arkadaşım arayıp sormadı. lan, ya ölseydim? yine de seviyorum onları. ama. böyle. özümde paylaşımcı olmama rağmen, yalnızım şu sıralar. ve saçına dokundurtmayan kızlar çok sinirimi bozuyor.
- yalnızın dudaklarını sigara öpermiş, ellerini..
- yalnızın dudaklarını sigara öpermiş, ellerini..
29 Ocak 2009
liste.
listelerin hayatımda önemli bir yer kapladığını fark ettim. planlı yaşamayı sevdiğimden değil. mesela sevdiğim şeylerin listesini yapmaya bayılırım. sevdiğim filmler.. sevdiğim kitaplar.. sevdiğim kızlar.. filan. blogun sağ tarafına sevdiğim 'şey'lerin kısa bir listesini yaptım.
the big lebowski. özgün geldi bugün; biraz oturduk, geyik yaptık, darbuka çaldık, gitti. giderken ona izlemesi için the big lebowski'yi verdim. "bak eve gidince bunu izle. sonra beraber izleriz. ikinci izleyiş daha zevkli oluyor, hem beraber izlersek daha da zevkli olur çünkü." özgün'ü de severim.
eloise bir kitap tavsiye etti bana, dediğine göre o kitabı da listeme koyarmışım. gerçi o tam olarak öyle demedi, dedi ki: "sana bi kitap söylicem ve bayılacaksın öleceksin biteceksin. kitabı başucu kitabın yapacaksın. ama söylemicem." neyse, sonuçta söyledi: 'from a to x'. zevkine çok güvenirim, evde de canım sıkılıyordu; koştum hemen d&r 'a. yoktu kitap. sonra eve geldim. ama gelirken koşmadım.
the big lebowski. özgün geldi bugün; biraz oturduk, geyik yaptık, darbuka çaldık, gitti. giderken ona izlemesi için the big lebowski'yi verdim. "bak eve gidince bunu izle. sonra beraber izleriz. ikinci izleyiş daha zevkli oluyor, hem beraber izlersek daha da zevkli olur çünkü." özgün'ü de severim.
eloise bir kitap tavsiye etti bana, dediğine göre o kitabı da listeme koyarmışım. gerçi o tam olarak öyle demedi, dedi ki: "sana bi kitap söylicem ve bayılacaksın öleceksin biteceksin. kitabı başucu kitabın yapacaksın. ama söylemicem." neyse, sonuçta söyledi: 'from a to x'. zevkine çok güvenirim, evde de canım sıkılıyordu; koştum hemen d&r 'a. yoktu kitap. sonra eve geldim. ama gelirken koşmadım.
28 Ocak 2009
koala.
postmodern günlük dedikleri bu olsa gerek. günlük tutacağım burada, gün gün olmasa da. postmodern ne demek bilmiyorum ama söylemeyi seviyorum. hayatın sesi cornflakes'e benziyor, fark ettiniz mi? cobain de bir şarkıyı benzetmiş.
- hayat bir soundtrack'e sahip olsa; ne de güzel olurdu.
- hayat bir soundtrack'e sahip olsa; ne de güzel olurdu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)