20 Kasım 2010

artık.

- içimden hiç buraya yazmak gelmiyor.

30 Ekim 2010

ev.

- annem çok sarıldı, kardeşim bana resim yapmış, babam sesimi özlemiş, odama ütü koymuşlar, salondaki şamdan kırılmış, evde çok az su bardağı kalmış, gitarın ince mi telinin akordu bozulmuş, kumandanın pil kapağı kaybolmuş bantlamışlar, kitaplığım tozlanmış, banyo halıları değişmiş, bilgisayar bozulmuş.

26 Ekim 2010

doku.

yeni bi defter almıştım geçen haftalarda. az önce açıp ona baktım da, şöyle yazmışım: "sadece sayfanın dokusunu merak ettim. ben şu sıralar bir şey yazamıyorum da."

18 Ekim 2010

minostop.

sürekli otostop çeken birisi olarak, otostop kariyerimi zirvede bırakmaya karar verdim. zirvemi, dominos pizza servis motosikletine otostopçu olarak binmek, oluşturuyor.

- ama beyaz montla, yerler çamurluyken motora binilmezmiş.

12 Ekim 2010

özlem.

öyle bir şey ki özlem;

gün geçtikçe
/artıyor
ve
\azalıyor
gün geçtikçe.

4 Ekim 2010

martı.

- deniz yok bu şehirde. ama ismimin başında martı var. kaybolmuş olmalı. yoksa ne işi var denizi olmayan yerde. harf değil o. martı. m.

30 Eylül 2010

aysti.

senin için o kadar özel olmadığımı; gittiğimiz kafede 'ice tea'niz neli olsun?' diye soran garsona 'fark etmez' dediğin zaman anlamalıydım.

28 Eylül 2010

mono.

- kendime sonra çok önemli bir şey anlatacağım. unutturmayayım.

22 Eylül 2010

uyanku.

yaşamak'la iki temel problemim var: uyumak ve uyanmak. uyanıkken, uyumak zorunda olmaktan; uyurken de, uyanmak zorunda olmaktan nefret ediyorum. çok ağırıma gidiyor. napim.

17 Eylül 2010

gece.

bazen çok düşünüyorum. gece yatağa uzandığımda mesela. her gece mutlaka düşünecek başka bir şey buluyorum. mesela dün gece üçe kadar: 'acaba düşünmekten mi uyuyamıyorum, yoksa uyuyamadığım için mi düşünüyorum' diye düşündüm.

- dün benim sünnet yıl dönümümdü.

15 Eylül 2010

labalık.

kalabalıklar içinde birisini seveceğimi hissedersem, uzak duruyorum ondan. niye, bilmiyorum. sevdiğimle kalıyorum. kalkıyorum. bir duşa girip rahatlıyorum.

- 'ama kalabalığı, o korkunç, çirkin ve iğrenç kalabalığı hiç suçlamıyorum.'
katılıyorum arkadaş'a.

12 Eylül 2010

geçiş.

upuzun bir şey yazdım az önce buraya. sonra vazgeçtim, sildim. bu vazgeçiş'imi unutmayayım istedim. not düştüm.

- 'keşke kafam bir dükkan olsa da; en azından pazar günleri kapansa.'

2 Eylül 2010

uyum.

birdenbire ve sessizce birisinin hayatına girmek istiyorum. o hayatın en önemli insanı olmadan. sonra o biri'yle saçma şeyler paylaşmak, bazen de ona şarkı söylemek istiyorum. mükemmel bir uyum yakalamak istiyorum. bu kadar. mesela kolkola yürürken hiç dengemiz bozulmadan. tek başıma yürürken nasılsa. o kolumdayken de öyle yürümek. ya da bir şemsiyenin altında iki kişi hiç sorun yaşamadan yürümek. bunu istiyorum. sadece. hâla.

- 'yapraklarla kovalamaca oynama mevsimi' geldi.

28 Ağustos 2010

tramro.

'taşınıyorsun, ne güzeel' diyenlere söylüyorum: tramvayı olan bir bozkır şehrinden, metrosu olan bir bozkır şehrine taşınmak. o kadar da eğlenceli ve heyecanlı bir şey değil ki.

- işten değil, güçten değil.. iç'ten yorgunum.

25 Ağustos 2010

ğusto.

ilkokul birinci sınıfta yapılan okuma bayramındaki rollerimden birisi de ağustosböceği olmaktı. sazım vardı. sazın telleri yoktu. ve ben pileybek yapıyordum. ama parmaklarımı sapta öyle gerçekçi hareket ettiriyordum ki, tellerin olmadığını fark edemeyen seyirciler programdan sonra gelip beni ve ailemi tebrik etmişti.

- müziğe olan ilgim, hayal gücüm ve ağustosta tembellik yapıp sürekli şarkı söylemem falan hep o okuma bayramına dayanıyor.

22 Ağustos 2010

gülüş.

gülüşün'ün gölgesinde uzanıyoruz yalnızlığımveben.
güneş yer değiştiriyor. gölge küçülüyor.
git biraz yalnızlığım. çok sıkıştık bak. sana da yer yok artık.

- 'ben anca sığıyorum.'

3 Ağustos 2010

lediye.

genel anlamda, meraklı bir insan sayılmam aslında. ama mesela; filmlerde veya herhangi bi fotoğraf karesinde bankta birisi oturunca, oturanın gövdesinden geriye, gözüken sadece '.... lediyesi' yazısı kalır ya. heh işte öyle anlarda, bank'ın hangi belediyeye olduğunu o kadar çok merak ediyorum ki. yiyip bitiriyor beni bu.

- asla öğrenemeyeceğim şeyleri merak ederim ben hep.

31 Temmuz 2010

ritim.

aşık olduğum zaman hiç müzik dinleyemem ben. niye mi. şey. öyle zamanlarda, kalbim sürekli ritim kaçırıyor da. kafam karışıyor, şarkı bozuluyor. ondan.

30 Temmuz 2010

hep.

aynaya bakarken bile senelerdir -hep- aynı açıdan bakan insanlar tanıyorum. onlardan, nasıl güzel fikirler üretmelerini bekleyebilirim ki.

24 Temmuz 2010

kantör.

geçen gün kontörüm yoktu. ve canım bi arkadaşımla konuşmak istiyordu. mesaj atsam, 'seni özledim lan, bi ara da konuşalım' diye, muhtemelen o da kontörü yokmuş gibi davranacaktı. bu riski göze alamazdım. ben de; 'beni bi ara hemen. kan lâzım. çok acil.' diye mesaj attım. ve üç saniye sonra aradı. başka bir numaradan. çokpiçsinlan. dedi bana. güldük.

- sesindeki heyecanı ve korkuyu duymalıydınız.

16 Temmuz 2010

çise.

gökyüzü; kendisine dondurma alınmadığı için annesine sinirlenmiş ve dilini iki dudağının arasına sıkıştırıp dışarıya doğru üfleyerek ortalığa ince tükürükler saçan şımarık bir çocuk taklidi yaptı bugün. hemdebusıcakta.

- siz yağmur yağdığını mı sandınız yoksa.

13 Temmuz 2010

sensen.

hayır. ilgisizliğimden değil söylediklerine cevap vermemem. sana o kadar aşığım ki, sürekli seni düşünmekten yoruluyorum. aramaya-sormaya hâlim kalmıyor.

- sen kim, bilmiyorum.

12 Temmuz 2010

güverüç.

bazen o kadar kötü hissediyorum ki kendimi. hiçbir işe yaramıyormuşum gibi geliyor. kimseye bir faydam yokmuş gibi. sonra aklıma balkondaki güvercinler geliyor. ve kalkıp ekmek atıyorum onlara. bir işe yarıyorum. mutlu oluyorum.

- küçükken güvercinler midemi bulandırırdı. ama bunu zaten söylemiştim.

6 Temmuz 2010

halka.

ben var ya. otuzüçsantilitrelik tenekelerden içecek içerken; açma halkasının ucunu, burnumun dudağımla birleştiği yere dayayıp - kalan kısmını da, üst dudağımla burnumun arasındaki boşluğun hafif çukurumsu yerine oturtup öyle içiyorum. ve bu hissi çok seviyorum. hem de çok. bunun için, açma halkasının elliüç derecelik bir açıyla durması gerekiyor.

- bassız müzik, gazsız kolaya benzer.

4 Temmuz 2010

gün.

onbirde uyandım. banyoya girdim. banyoda minik camlar olur ya. o camlar apartman boşluğuna bakar. göt kadar bir yer. oraya bi güvercin sıkışmıştı. çok korkunçtu. güvercin bana tecavüz edecek diye korktum. çünkü çıplaktım. sonra giyinip kapıcıya söyledim. çıkardı. biraz dolaştım. üç tane kitap aldım. katyanın yazı, piç, kaçaklar ve mülteciler. sonra akşam dayımla iki bira içtim. ayaklarım kaşındı. bugün toplam bi bardak su içtim. sekiz defa işedim. bu kadar.

- cumartesi, güzel bir gün olabilir ama. ismi çok uzun.

1 Temmuz 2010

kişot.

dün gece saat üçbuçukta yatağımdan çığlıklar atarak fırlayıp evin içinde koşturmaya başlamışım. duvarları yumrukluyormuşum. ve sürekli bağırıyormuşum. evdekiler tokatlamışlar kendime gelmem için. bütün gece başımda beklemişler. en ufak bir seste yataktan fırlıyormuşum. bilinçaltım donkişot.

- duvarlarla kavga etmişim. donkişot gibi. salon donkişot'u. yumruklamışım. elim çok ağrıyor.

29 Haziran 2010

doğru.

bence o lafın doğrusu "yaratılanı sevdik yaratandan ötürü." değil. ben asıl, yaratan'ı yaratılanlardan ötürü seviyorum valla. çok iyi insanlar yaratmış lan allah. düşünsenize bi. en sevdiğimiz insanları hep o yaratmış yani.

"ben az konuşan çok yorulan biriyim
şarabı helvayla içmeyi severim
hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
annemi ve allahı da çok severim
annem de allahı çok sever
biz bütün aile zaten biraz
allahı da kedileri de çok severiz" - arkadaş z. özger.

27 Haziran 2010

çamaşduş.

çocukluğumdan beri evde çamaşır makinesi çalışırken banyo yapamam ben. hayal gücümün tavan yaptığı bir dönemde, eğer makine çalışırken banyo yaparsam küvetin su akıtma deliğinden makinenin içine kaçacağımı hayal etmiştim çünkü. bu yaşıma geldim, hâlâ kaçacakmışım gibi geliyor. o zaman niye böyle bir şey hayal ettiğimi inanın bilmiyorum.

- hayallerin nedeni bilinmeyince, daha güzeller zaten.

21 Haziran 2010

insan.

çünkü; insan bazen o kadar yalnız kalır ki; canı ağlamak istediğinde banyoya girip yüzünü sabunlar. ve öyle ağlar. en kısa şortu ve terlikleriyle bakkala gidip, gazete ve süt alır. eve gelince hiç okumamak üzere bir köşeye atar gazeteleri. içmez. manşetine bile bakmaz. birden bire, 'ben ölürken, kesin bir yerlerde stairway to heaven çalacak. ne güzel.' diye düşünür. sonra bir kahve. daha önce hiç içmediği kadar sert. yanına da kahverengi sesiyle tom waits.

- çünkü, insan bazen o kadar yalnız kalır ki. hiçbir şey anlatamaz. kimsebilmez.

14 Haziran 2010

yormuş.

ben var ya; bulunduğum konuma yürüyerek gidilemeyecek kadar çok, dolmuşla gidilemeyecek kadar az uzaklıkta bir yere gitmem gerektiğinde; x`ten y`ye doğru giden dolmuşa biniyorum. sonra da ineceğim yere geldiğimizde parayı uzatıp, 'bu dolmuş x`e gidiyor di mi' diye soruyorum. dolmuşçu 'hayır x`ten geliyoruz biz. yolun karşısından binmen gerek` diyince, ben de 'hee. ineyim ben o zaman' diyip parayı vermeden iniyorum.

- hayır, bunun cimrilikle bi ilgisi yok. her şey biraz yorgun olmakla ilgili.

13 Haziran 2010

ne-den-siz.

- nedensiz sevdim sizi.
- beni sevmek senin ne haddine!
- ben de onu diyorum. ne densiz sevdim sizi. neden siz beni hiç sevmediniz ki.

11 Haziran 2010

ayrılük.

sevgili'm günlük; sen artık benim sevgilim değilsin. -hiçbirimiz bu cümleyi yazmadık asla. biz, günlük tutmayı bıraktığımızda, ona ayrıldığımızı bile söylemeyen çocuklardık çünkü. hemen bıkar, tak diye bırakırdık işte. atardık bir köşeye. onca sevgi'li günü bir çırpıda yok sayardık. ta ki yeniden annemiz bize kızana kadar.

- edebimizle ayrılmayı hiç bilmedik ki. yedi yaşımızdan beri.

9 Haziran 2010

içses.

unutmak istediğim hiçbir şeyi unutamıyorum. içses'imle inkâr ediyorum bir şeyleri. iki nokta koyuyorum. yanyana. ama birkaç saniye sonra, daha derinlerden gelen başka bir içses, bozuyor tüm ezberimi. iç'imden çık artık. ses'imi taklit etme. lütfen.

- sana 'karşı' hiçbir şey hissetmiyorum.. çünkü benim bütün hislerim senin 'yanında'.

8 Haziran 2010

moonwalk.

küçükken 'anne bu merdiven yürümüyo ki, kayıyo. niye adı yürüyen merdiven?' demiştim. annem de 'moonwalk yapıyor çocuğum o' demişti. hayır! annem beni geçiştirmek istediğinden öyle dememişti lan. michael jackson'u çok seviyor sadece. o yüzden. yani ben öyle umuyorum.

- aslında uydurdum. böyle bir şey hiç olmadı. annem de jackson'u sevmez zaten. ama benim çocuğum bana sorsa, böyle derdim valla.

6 Haziran 2010

birbaşına.

- sürekli yalnızlıktan dem vuruyorsunuz da o günden beri.
pardon ama han'fendi;
biraz da 'terk edilmişliğim'dir birbaşınalığınız.

4 Haziran 2010

gölge.

zamandan bıktım. çok şeyi saklıyor çünkü koynuna. çok şey alıyor elimden. hep ertelememi istiyor bir şeyleri. her şeyin ilacı sanıyor kendini. ama ilacı nasıl kullanacağımı söylemiyor. tok karna mı mesela. aç mı. alkollüyken de kullanabilir miyim zamanı? bekle diyor sadece. ve iyi'leşeceğimin garantisini vermiyor.

- yıllardır aynı gölgede kiracı olmaktan bıktım. taşınmak istiyorum.

24 Mayıs 2010

bökork.

ben böcekten çok korkarım. ama bu, ötlekliğimden değil. içimdeki canlı sevgisinin çok üst boyutta oluşundan. cidden. şimdi böcek dediğin küçücük, göt kadar bir şey sonuçta. mesela baş parmağımla işaret parmağımı kenetleyip, işaret parmağımı pat diye bıraksam ölür gider. korkutuğum şey şu:

- hayır şimdi böcek gelir yanıma, ani hareketler filan yapar, ısırmaya çalışır. öldürmek zorunda kalırım. ya da incitir, bacağını filan kırarım. yanlışlıkla. ondan korkuyom ben.

19 Mayıs 2010

duşçiş.

ben her mevsim ve her gün, hemdehergün, banyo yaparım. banyo yaparken şarkı söyler, çiş yaparım. banyo yaparken çiş yapmayan insanları hiç anlamam bir de. o harika histen nasıl mahrum bırakıyorlar ki kendilerini. nasıl. duşyaparkenişemek.

- sıcaksusoğuksu dengesi asla ayarlanamayan duş aleti gibisin. sen kim, bilmiyorum.

18 Mayıs 2010

kitapsör.

bugün bir kitapçıya gidip, toplam kırksekizlira değerindeki kitapları onliraya aldım. üstelik sahaf filan değildi. bildiğin kitapçı. orijinal ve birinci el kitaplar. çünkü kitapçı beni çok sevmiş ve kitaplarına iyi bakacağıma inanıyormuş. bana hediye etmek istemiş. öyle dedi.

- ankesörlü telefonların kabinlerini kaldırdıklarından beri kimsenin süper kahraman olmaya cesareti yok. ama bir yerlerde hâla iyi insanlar var. biliyorum.

17 Mayıs 2010

hedfon.

o kadar üşengeçim ki, kulaklığımın tamyediay önce bir blup sonucu bozulmasından beri yeni kulaklık almadım. yedi aydır geceleri headphone'la uyuyorum. ciddiyim. kulaklarım çok acıyor. ama olsun, müzik dinlemek güzel.

- benim uykum gelmiyo hiç. yatağa giresim geliyo.

14 Mayıs 2010

kaçtı.

kalabalık bi caddenin bi ucunda bi arkadaşım, birisini durdurup adres sorsa, sonra hemen beni arayıp adres sorduğu kişiyi tarif etse, sonra ben o kişiyi durdurup arkadaşımın elimdeki fotoğrafını gösterip heycanlı bir şekilde 'bunu gördünüz mü. eski sevgilisini öldürmek için kaçtı.' desem. yabancının o anda suratında beliren ifade filan. eğlenirdik.

- ama ben bir kişiyim.

13 Mayıs 2010

galiba.

en yakınımdaki insanların, birvesileylevebirdenbire, makyavelist tavırlarını görmek zorunda kalınca dehşete düşüyorum. tekrar söylüyorum: etrafımda gönlünü yapmam gereken milyonlarca insan varken, en yakınımdakilerin yanında da rahat davranamayacaksam. napayım ben. vazgeçin şu yapmacık tavırlarınızdan. lütfen. belki de sorun bende. galiba.

- kötüyüm ben. çirkinim. dost tutamayan bir yanım var mesela. galiba.

12 Mayıs 2010

kokuses.

bazen sokakta tek başıma yürürken kendimi, birdenbire, bir kokunun peşine takılmış hâlde buluyorum. veya bir ses'in. ya da herkesinkinden çok daha farklı adımların. sonra kendime geliyor, hiçbir şey olmamış gibi normal hayatıma devam ediyorum. bu beni biraz üzüyor. kendime gelişim yani.

- buraya yazmayınca çok yalnız kalıyorum. kayboluyorum.

7 Mayıs 2010

düğzet.

klozet kapağı hep açık olan evler, bana her zaman daha samimi ve huzurlu gelmiştir. bunun sebebini bilmiyorum. tıpkı pantolonunun arka cebindeki düğmeyi hiç iliklemeyen insanlar gibi.

5 Mayıs 2010

ilkin.

anaokulundayken, ilkin diye bi sevgilim vardı benim. çoksevgili'ydik hem de. oyun saatlerinde herkes oyun oynarken, biz minderlerde bir birimize bakarak uzanırdık. o benim saçlarımı, ben onun yanağını okşardım. çünkü ben yanak okşamayı çok severim. anaokulundaki tuvalet kız-erkek karışık kullanılıyordu, sekiz mavi klozetin karşısında sekiz kırmızı klozet vardı. ilkin'le karşılıklı oturur, birbirimize gülümseyerek sıçardık. hem de aklımıza hiç kötü şeyler getirmeden.

- ilkin'i çok özledim. şimdi yaşanmıyor böyle aşklar. belki bunu okursun. tuvalet konusunda ciddiydim.

4 Mayıs 2010

serçeyak.

ayak serçe parmağı fazladan ve çok gereksiz bir şey bence. çünkü; sürekli ayak serçe parmağımı sandalyesehpa gibi şeylere çarpıp gözlerimin dolmasının. ve bunun, tek ayak üstünde zıplamak suretiyle bulunduğum ortamda hophop dolaşırken düşmeme neden olmasının başka bir açıklaması olamaz. bir de hep son anda yakalanıyorum ha. tam serçe parmak çarpıyor. yüzük parmağıma hiçbir şey olmadı daha.

- zaten ne işe yarıyorsa. diyorum işte fazladan o. ne gerek varsa.

3 Mayıs 2010

kıbtög.

bazı insanlar var, suratları maskeleşmiş adeta. ben onlardan çok bıktım. bazı insanlar var dünyevi hırslar bürümüş gözlerini. ben onlardan da çok bıktım. bazı insanlar, kendilerini 'acabainsanlarneder' olgusuna o kadar çok kaptırmış ki, eğlenmeyi unutmuşlar resmen. onlardan da bıktım. bazı insanlar hiç tanımadığı insanlar hakkında yaftayı biçkesyapıştır yapıyor. onlar zaten göt.

- hiçbir şeyi umursamadan, hayatla ve kendisiyle eğlenebilen insanları çok severim.

28 Nisan 2010

acele.

bugün sokakta yürürken, farklı zamanlarda, karşıdan gelen iki güzel tanımadığım insana gidip böyle gülümseyerek 'merabaa. nasılsın. neyse kusura bakma benim acelem var şimdi.' dedim ve hızla uzaklaştım oradan. artık ikisi de beni tanıdığına o kadar emin ki. en az iki gün, beni nereden tanıdıklarını düşüncekler. hem bundan sonra, tanıştıkları her yeni insanı daha çok önemseyecek, onları unutmamaya çalışacaklar.

- yani en azından, ben öyle umuyorum.

25 Nisan 2010

yalnızık.

bi içtiğim bardakla bi daha içmem ben. evde yalnızsam, bardak dolar tezgâhın üstü. hayır, temizlik takıntımdan değil. sadece, tezgâhın üstünde yalnızbirbardak olması çok yalnızık bir şey. o kadar.

24 Nisan 2010

yalnıziki.

sürekli zamanı kontrol etme ihtiyacımdan değil saat takmam. ya da sağ bileğime bağladığım, tişört etiketinden çıkan ip. kuğlluğumdan değil. sürekli bileğimi tutan birisi olsa, takmam yani ikisini de.

22 Nisan 2010

danlığım.

bugün hiç tanımadığım birisi gelip bana 'bilinçaltınçokkarmaşık' dedi. herkes freud ha. benim her şeyim basit aslında. size karmaşık gelen benim bu basitliğim. dedim ben de. ama içimden. ben odamda bukız gibiyim. ama bu kadar şirin değil tabi. canım çok sıkılıyor. sürekli. bütün gün sadece kendi kendime konuşabiliyorum. gece de.

- yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız.

21 Nisan 2010

boşver.

-biz ayrıldık.
-boşver, o kaybeder.
-tamam da; sürekli, herkesin beni kaybetmesi çok saçma değil mi?

20 Nisan 2010

ıslak.

yağmuru çok sevmemin herhangi bir melankolik nedeni filan yok. seviyorum, çünkü düşününce çok kutsal ve mistik bir şey. düşünsene birden bire gökyüzünden damlalar düşüyor böyle. sanki birisi üstümüze işiyor. kar daha da kutsal ve mistik. çünkü beyaz. düşün bi. lütfen.

- yağmurda yürümenin sevdiğim tek yanı, kafamın üstündeki şemsiyeye düşen yağmur damlalarının çıkardığı pıt sesleridir. yoksa niye seveyim ıslak.

19 Nisan 2010

öyle.

canım çok sıkılıdığında kendime ekmekarasıkaşardomates yapar, yanında kola içerim ben. sonra kanepenin bir köşesinde bağdaş kurarak oturur, boş bakışlarla televizyon izlerim. yalnızlık'ın tanımı üzerinde uzun uzun düşünmek istiyorum mesela. ama çok üşeniyorum. ezginin günlüğü'nün eski arkadaş'ı harika olmuş. aşık olmaya aşığım ben bir de. ama yeterince iyi bir 'aşık olmak' çıkmadı karşıma henüz.

- her sarhoş oluşumda koşmamın bilimsel bir açıklaması muhakkak olmalı.

15 Nisan 2010

isbız.

insan bazen ishal hisseder de, aslında kabızdır ya. o andan nefret ediyorum lan ben. düşününce bile gözlerim doluyor böyle. bu sabah tam yirmiüç dakika klozette oturdum. ağladım lan. sinirden. her acıyla, her zorlukla baş edebilirim. ama yalvarıyorum. lütfen beni bir daha ishalgörünümlükabızlık'la sınamasın hayat. lütfen.

- böyle bok, sümük, popo gibi şeyler hiç midemi bulandırmıyor benim. o yüzden böyle rahat bahsediyorum.

14 Nisan 2010

sörmavi.

yeniden ankesörlü telefonlara döndüm. kimse aramıyor zaten. hem hesapladım, ankesörlü telefon daha hesaplı. hem kısamesaj da gönderilebiliyo. ulaşmak isteyenler için, yanından en çok geçtiğim ankesörlü telefonun numarasını önceden yazmıştım buralara bi yerlere herhalde. unuttum şimdi. neyse.

- bugün bi bulut gördüm. hem de mavi. ama kimseyi buna ikna edemedim. buçoküzücü.

11 Nisan 2010

yaprak.

bir dönem ağaç yaprağı yeme hastalığım vardı benim biliyo musun. çok komikti. her gördüğüm ağaç cinsinden bir yaprak alıyor, yiyordum bi güzel. bazen çok güzel yapraklar keşfediyor, bazense en acı otlara denk geliyordum. en çok iğne yapraklı çam ağaçlarını severim mesela. ama iyice çiğnemek gerek. batıyor yoksa. sonra birden bıraktım işte o alışkanlığımı.

- alışkanlık bırakmak, garip.

2 Nisan 2010

gibi.

kapağı sürekli çıkmaya çalışan telli defter gibisin. bardağa uht kutudan meyvesuyu ya da süt doldurmak istediğinde bardaktan başka her yere dökülen, fışkıran meyvesuyusüt var ya. onun gibi biraz da. daha ilk akord edilişte kopan tel gibi. uçlu kaleme basınca, bazen, uç istediğinden fazla çıkar ya. onun gibi. şarabın bir türlü çıkmak bilmeyen, hafif bi baskıyla karşılaşınca da şişenin içine düşen mantarı gibi. tost yaparken ekmeğin arasından fırlayıp, kızarıp, tuzlanıp garip bi şekil alan peynir gibi.

- sen hep gitmek peşindesin. niye ki. negerekvarki. gitme. kal. çaydaiçerizhem. sen kim, bilmiyorum.

25 Mart 2010

keşebek.

aslında kelebekleri çok severim. ama bi kere odama giren bi kelebeği öldürmüştüm. sonra vicdan azabından üç gece uyumadım, üç gün boyunca -ömrüboyunca- içimde yaşattım yani onu. üç gün boyunca kelebek gibi davrandım, kelebek taklidi yaptım filan. neyse işte, geçen yine bir kelebek girdi odama. bu sefer öldürmedim, nasıl olsa üç güne ölür dedim. sekiz gündür ölmedi lan. odadan da çıkmıyor. geceleri yüzüme, yorganın altına filan geliyor. gıdıklanıyorum.

- o bişiy değil de. yakında evlenmek zorunda kalcaz diye korkuyorum. nasılkelebekse.

24 Mart 2010

tarçın.

saçların ve teninin harika uyumu, bana tarçınlı sütlacı hatırlatırdı.
ama sen, bu benzetmeden hiç hoşlanmazdın. genelde benzetmelerimi sevmezdin zaten. daha klişe şeyler hoşuna giderdi senin. sorunumuz buydu. sen sıradan şeylere benzemiyordun; ama bunu hiç bilmedin.

- sen kim, bilmiyorum.

15 Mart 2010

göre.

bi arkadaşım var mesela, ona göre çok iyi bir dostum. bi oğlan var, ona göre piçin tekiyim. anneme göre harika bi evlatım. birinci sınıf öğretmenime göre süper zeki. üçüncü sınıf öğretmenime göre işe yaramazın tekiyim. eski sevgilim dünyanın en adi insanı olduğumu söylüyor. eski sevgilim dünyanın en harika insanı olduğumu söylüyor. tanımadığım birkaç çocuk çok salak olduğumu düşünüyor. yan komşu tuvalete sadece şarkı söylemek için girdiğimi sanıyor. alt komşu sıkıldıkça sifon çeken birisi olduğumu sanıyor.

- selam. ben melih. negüzelşeybakışaçısı.

11 Mart 2010

durdukyere.

bugün durdukyere mutsuzdum ben. durdukyere bir telefon aldım, ve uzun süredir görüşmediğim biri'yle kahve içtim. bugün ben bi de; başka biri'nden durdukyere bi paket aldım. içinde harika bi kutu vardı. . zeki müren'in plakları. bi oyuncakaraba. hem de oyuncakaraba koleksiyonumu bilmeden. çogüzel çikolatalar. frambuazlı.

- bugün ben, durdukyere mutlu oldum.

9 Mart 2010

marta.

sevgilim marta; ya da mart'a..
çok hastayım biliyo musun. midem bulanmaktan bir saniye bile vazgeçmiyor kaç gündür. hiç salgılamadığım kadar gözyaşı salgılıyorum. bokum sürekli sıvı şeklinde çıkıyor. ishalim. topukları yırtılmamış son çorabımı da bu sabah yitirdim. acıkmıyorum. bıktım. nefes almak bazen beni yoruyor. vermek de öyle. bir şeyler beni heyecanlandırıyor. bir şeyler beni güldürüyor. bir şeyler beni ağlatıyor. bir şeyleri özlüyorum. ve ben hiçbirisini bilmiyorum.

- hiçbir şeyin nedenini bilmiyorum. konuşmaya ihtiyacım var. hayır. susmaya. bilmiyorum.

8 Mart 2010

djberber.

ben berbere gitmeyi küçüklüğümden beri hiç sevmem. küçükken ağlardım mesela, zorla oturturlardı beni o koltuğa. şimdi ağlayamıyorum da. neyse tam altıbuçuk ay sonra ilk defa, bugün tekrar berbere gittim. berberim de böyle lüks gibi ha. her aynanın arasında lcd monitörler, ses sistemi filan. ama bu'nu dinleyip izledik lan. ölüyordum ya. o nasıl müzik olum. hem git evinde izle pornonu erotiğini.

- sonra da bana diyolar: niye hiç saçını kestirmiyosun, niye berbere gitmiyorsun.

7 Mart 2010

resmin.

mesela 'fotoğraf' yerine 'resim' demenin kime nasıl bi zararı olabilir ki. anlamıyorum. internetle beraber moda oldu ha bu da. 'resim değil oo fotoğraf'mış. oysa bizim şarkılarımızda filan hep resim'dir yani. ikisi de olur. nolcak ki. bırakın isteyen istediğini desin. resimdeki gözyaşları mesela. bak o zaman resmime. hadi o şarkıya da laf etsenize.

- ben de özledim ben de, resmin var şu an elimde.

5 Mart 2010

porsiyon.

bazen; sokakta, dolmuşta, herhangibiyer'de pat diye birisiyle tanışmak, bütün günümü onunla geçirmek istiyorum. birdenbire ona dönüp 'selam. hadi beraber yemek yiyelim, sonra da sinemeya gideriz belki.' demek istiyorum. gülümsesin istiyorum. ne tarz müzik dinlediğimizi birbirimize hiç sormadan mesela. birbirimizle ilgili 'ortada' olan hiçbir şeyi bilmeden, saatlerce konuşalım. sadece isimlerimizi bilelim birbirimizin. yalan da söyleyebilir isterse hatta. ama en derin sırlarımızı dökelim birbirimize. kimseyle paylaş'amadıklarımızı anlatalım. dinleyelim. yargılamadan. tekporsiyonlukhuzur. çünkü buna çok ihtiyacım var.

- sonra bir daha hiç görüşmesek de olur.

2 Mart 2010

hiç.

'seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu,
iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük..' diyen şair tamam da;

- bir de seni hiç öp'emediğimi düşünsene.

1 Mart 2010

mum.

mum yakarken her seferinde çakmağı aşağı eğip elini de yakan geri
zekalılar parmak kaldırsın. şey, ben de kaldırırdım aslında. ama şimdi
soğuk suya tutmam lazım. çokacıyo.

27 Şubat 2010

hapşu.

bugün dolmuştaydım işte. kulağımda da kulaklık. müzik dinliyordum. sonra yanımdaki adamın hapşırdığını gördüm. 'çok yaşayın' dedim. kulağımda kulaklık olunca fark etmeden bağırmışım meğer. adam da sessizce hapşırmış meğer. sonra bütün dolmuş bana döndü. kulaklığı çıkardım. 'eksikolmaevladım. sendegörçucuğum. hepberaber. allahınizniyle.' lafları havada uçuştu. hayır yalan söyledim. sadece herkes uzun uzun bana baktı.

- hapşıran adam yüzüme bile bakmadı. kıkırdadı yanımda.

24 Şubat 2010

pekmez.

tüm içecekleri hızlı içtiğim için; dilimi yakmadan, sıcak olan hiçbir şeyi içemiyorum ben. bir tek kahveyi düzgün içebiliyorum işte. küçükken annem zorla pekmez içirmeye çalıştığında burnumu tıkayıp, hemen kurtulmak için hızlı hızlı içtiğim günlere dayanıyor bu sorunun temeli. şimdi sevdiğim şeyleri bile hızlı içiyorum. o yüzden hemen sarhoş olurum mesela.

- bence bu son içtiğim çaydan sonra dilimin ucunda reseptör filan kalmadı. ben size diyim. tadalamıyomlanresmen.

22 Şubat 2010

en.

bigünbirisibana, cemal süreya ve tomris uyar'ın birlikte yaptığı 'küçük prens' çevirisini bulup hediye ederse, o gün dünyanın en mutlu insanları sıralamasında ilk dörde girebilirim. gerçekten. en.

19 Şubat 2010

unutella.

bıçaklarınızın eskiyip eskimediğini anlamak için, buzdolabında uzun süre beklemiş/donmuş nutellayı bıçakla almaya çalışın. bıçak sap ve keskin yerin birleştiği yerden kırılırsa eskimiştir. ben öyle yapıyorum valla.

- nutella, şokellanın yerini aldı. kelime olarak yani. eskiden bütün kakaolufındıkezmelerine şokella derdik oysa. tanrı selpak'ı korusun.

18 Şubat 2010

üvercinka.

güvercinkafası. bugün bi güvercin vardı işte ağacın yanında, durmuş bana bakıyordu. ben de yürüyordum. selam verdim güvercine. sonra güvercin birden korkup kaçmaya çalıştı, kafasını ağaca çarptı, gagasını da. tak diye ses çıktı lan. çizgifilm gibiydi. gülerek 'ehehe, salak' dedim yürümeye devam ettim ben de. amasonradançoküzüldüm.

- anlatınca ilginçkomik olmuyor. ama ben de anlatmamıştım ki zaten. not aldım sadece. ben kazandım.

11 Şubat 2010

akparti.

fikirlerim, savunduğum şeyler var elbet. ama hiçbir siyasi partiyi sevmiyorum. siyasi bi kişiliğim de yok zaten. yorucu. üşenirim. ben daha basit şeylerle ilgileniyorum. mesela; akparti'ye senelerdir, "`herşey türkiye için` sloganınızdaki 'her şey' ayrı yazılır" diye dilekçe yolluyorum. hâlâ düzeltmediler. cevap da vermiyorlar. hiç değilse 'bizim yazınsal tarzımız bu' filan deyin di mi.

- ayıp yani yaptıkları. sonra da neymiş, oy verin. bokveririm.

10 Şubat 2010

yokdolabı.

küçükken buzdolaplarının soğutmaktan çok daha kutsal ve mistik güçlere sahip olduğunu sanıyordum. mesela pillerin ucunu ısırıp buzdolabına koyduğunuzda doluyolardı. boş bir subardağı koyunca da yağmur yağacak sanıyodum. niye olduğunu gerçekten bilmiyorum. ama gerçekten çoğu zaman yağıyodu lan.

- kendi doğrularını savunurken, başkalarının fikirlerini 'yok' sayan insanlardan nefret ederim.

8 Şubat 2010

sabun.

kalıp sabunu elime alıp biraz suyla ıslatıp köpürttükten ve sabunu iyice kayganlaştırdıktan sonra elimi böyle sıkmak suretiyle sabunun avcumun içinden pört diye fırlaması var ya. işte o hissi çok seviyorum ben. sonra da elimde kalan köpüklerle baloncuklar yapmayı. falan.

- benim el yıkamam banyo yapmamdan uzun sürer, çucukluğumdan beri.

4 Şubat 2010

bugün.

bugün portakal sıktım. yeni bir kediyle tanıştım. esnedim. bi şarkı dinledim. gülümsedim. aylardır görmediğim birisini gördüm uzaktan. bi balık deseni çizdim. eski bi fotoğrafa rastladım. gözlerimi kapattım. açtım. yürümedim. uçtum.

1 Şubat 2010

tukağıt.

dünyanın en sıkıcı işi tuvalet kâğıtlarınınkidir herhalde. düşünsenize bütün gün küçücük bir odada bekliyorsunuz. sonra bi adam geliyor işte. bir parçanızı koparıp boklu götüne sürüyor.. ve delik.. işte oradasın.. siktir. eridin bile.

- bazen yaşamımın gidişatıyla ilgili karamsarlığa kapıldığımda, neyse ki tuvalet kâğıdı değilim, diyip derin bir oh çekiyorum.

30 Ocak 2010

kar.

kaç aydır; çok özlediğim 'kestane,kahve,battaniye' keyfini yaşamak için kar yağmasını bekliyorum. bu üçlü kar'la güzel çünkü. sonra çıkar küçük bir kardanadam yaparım belki arkabahçede. sonra tekrar eve gelir bir kahve daha içerim. hiç üşümesem de, ya da her zamanki kadar üşüsem de yeleğimi giyerim, pencereden beyaz sokaklara bakarken. kar diyorum. yağsa ya.

- birisi, kar'ın en güzel onun arkabahçesine yağdığını ve görsem ona hak vereceğimi söyledi. bilmem.

28 Ocak 2010

olmuyor.

çekip gitmek filan değil isteğim. ama bazen diyorum, böyle gözlerimi kapasam ve sadece bulutlar ve balıklar ve martılar ve denizler ve kâğıttan gemiler olsa. unutmak istediklerimi hemen unutsam. sonra devam etsem kaldığım yerden hayata. çok güzel olmaz mı. bazen mesela, bazı an'lar hiç yaşanmasa. bazen ağlamak istiyorum. olmuyor. bazen susmak istiyorum. olmuyor. kötü günler bunlar. çok kötü. hiçbir şey istediğim gibi, olmuyor. kimse bilmiyor.

27 Ocak 2010

mam.

ayaklarım donsa bile, çoraplarımla uyuyamam ben. yürürken telefonla konuşamam. elimi ağzıma sokup ıslık çalamam. ama şarkı söyleyebilirim. paten kullanamam. kağıttan uçak yapamam. ama gemi yapabilirim. bir de, hayatımdan bir insanı çıkarsam bile fotoğraflarını çıkaramam. ço-ok eski bir vesikalığı hâla durur mesela cüzdanımda.

26 Ocak 2010

siyabend.

'bense bi desenden başka bir şey değilim. sen-de-sen-den başka bişiysin.'

25 Ocak 2010

fil.

hayatım bi film olsa mı? benim hayatım film olmazdı ki. olmaz yani. izleseniz sıkılırsınız. ama illa olacaksa, bir andy warhol filmi olabilirdi mesela. o filmi izlerken tuvalete gidebilir, mutfağa gidip buzdolabına bakıp tekrar kapatabilirdiniz. ve geldiğinizde filmden hiçbir şey kaçırmamış olurdunuz. yine de zevkli bi film. ama ben başka bir hayatın filminde önemli bir karakter olmayı çok isterdim. ikinci başrol mesela.

23 Ocak 2010

kreş.

mekdanıldsta falan böyle bazen panolara anaokulu çocuklarının resim çalışmalarını asıyorlar ya. işte geçen bi gittim. panoda çok güzel elişikâğıtlımağıtlı bi resim vardı. dört çocuk birlikte yapmış. sağ üst köşesine de kocaman isimlerini yazmışlar. ben de altına 'melih' yazdım. beşimiz yapmış gibi olduk. amanapiyimlan. ben anaokulundayken pizzacıda sergi vardı çünkü. ve benim resmimi kaybetmişti öğretmen. asılmamıştı. üzülmüştüm. çok. ağlamıştım bile.

20 Ocak 2010

kimse.

bilmez.

17 Ocak 2010

mistik.

benim odamın tavanlambasında böyle dört tane minik ampul var. bir tane de masa lambamda büyük. son dört gündür her gün sırayla birisinin patlaması bence çok mistik. biraz da adice. şimdi sadece tavanlambasında bir ampul kaldı mesela. yarın patlicak diye ödüm kopuyor. mum aldım şimdiden. koydum kenara. ama yine de mistik yani.

14 Ocak 2010

kapa.

gece radyo dinlerken uyuyakaldığımda biri gelip radyoyu kapasa keşke. ya da müzik çalan şeyi işte. teyp. bir de ben yatağa girdikten sonra ışığı kapatsın. ben kendim kapatınca yatağa girene kadar ayağımı yirmiüç kez sağa sola çarpıyorum da. bir de üstüm hep açılır benim. hiç örtülmez. çok deli uyurum. deli böyle.

12 Ocak 2010

mi.

sevmek mi, sevişmek mi.
sevmek. böyle çılgınlar gibi. ama sakin sevmek. sabaha kadar sevmek. her gece sevmek. her sabah yeniden yeniden aynı kişiyi sevmek.

11 Ocak 2010

çocu.

bazı çocukluk sanrıları, yetişkinlerin bulduklarından daha mantıklı oluyor bence. mesela; ben küçükken sadece elini kaldırıp sallamaya üşenenler elveda diyor sanardım. mesela yağmur yağıyorsa eğer, kar da kaarmalı. kar kaarıyor. kocaman yerine çokaman kelimesi çok daha mantıklı yani. di mi.

- bazen işte diyorum. hep çocuk kalsak. filan.

8 Ocak 2010

uyum.

birdenbire ve sessizce birisinin hayatına girmek istiyorum. o hayatın en önemli insanı olmadan. sonra o biri'yle saçma şeyler paylaşmak, bazen de ona şarkı söylemek istiyorum. mükemmel bir uyum yakalamak istiyorum. bu kadar. mesela kolkola yürürken hiç dengemiz bozulmadan. tek başıma yürürken nasılsa. o kolumdayken de öyle yürümek. ya da bir şemsiyenin altında iki kişi hiç sorun yaşamadan yürümek. bunu istiyorum. sadece.