28 Nisan 2010

acele.

bugün sokakta yürürken, farklı zamanlarda, karşıdan gelen iki güzel tanımadığım insana gidip böyle gülümseyerek 'merabaa. nasılsın. neyse kusura bakma benim acelem var şimdi.' dedim ve hızla uzaklaştım oradan. artık ikisi de beni tanıdığına o kadar emin ki. en az iki gün, beni nereden tanıdıklarını düşüncekler. hem bundan sonra, tanıştıkları her yeni insanı daha çok önemseyecek, onları unutmamaya çalışacaklar.

- yani en azından, ben öyle umuyorum.

25 Nisan 2010

yalnızık.

bi içtiğim bardakla bi daha içmem ben. evde yalnızsam, bardak dolar tezgâhın üstü. hayır, temizlik takıntımdan değil. sadece, tezgâhın üstünde yalnızbirbardak olması çok yalnızık bir şey. o kadar.

24 Nisan 2010

yalnıziki.

sürekli zamanı kontrol etme ihtiyacımdan değil saat takmam. ya da sağ bileğime bağladığım, tişört etiketinden çıkan ip. kuğlluğumdan değil. sürekli bileğimi tutan birisi olsa, takmam yani ikisini de.

22 Nisan 2010

danlığım.

bugün hiç tanımadığım birisi gelip bana 'bilinçaltınçokkarmaşık' dedi. herkes freud ha. benim her şeyim basit aslında. size karmaşık gelen benim bu basitliğim. dedim ben de. ama içimden. ben odamda bukız gibiyim. ama bu kadar şirin değil tabi. canım çok sıkılıyor. sürekli. bütün gün sadece kendi kendime konuşabiliyorum. gece de.

- yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız.

21 Nisan 2010

boşver.

-biz ayrıldık.
-boşver, o kaybeder.
-tamam da; sürekli, herkesin beni kaybetmesi çok saçma değil mi?

20 Nisan 2010

ıslak.

yağmuru çok sevmemin herhangi bir melankolik nedeni filan yok. seviyorum, çünkü düşününce çok kutsal ve mistik bir şey. düşünsene birden bire gökyüzünden damlalar düşüyor böyle. sanki birisi üstümüze işiyor. kar daha da kutsal ve mistik. çünkü beyaz. düşün bi. lütfen.

- yağmurda yürümenin sevdiğim tek yanı, kafamın üstündeki şemsiyeye düşen yağmur damlalarının çıkardığı pıt sesleridir. yoksa niye seveyim ıslak.

19 Nisan 2010

öyle.

canım çok sıkılıdığında kendime ekmekarasıkaşardomates yapar, yanında kola içerim ben. sonra kanepenin bir köşesinde bağdaş kurarak oturur, boş bakışlarla televizyon izlerim. yalnızlık'ın tanımı üzerinde uzun uzun düşünmek istiyorum mesela. ama çok üşeniyorum. ezginin günlüğü'nün eski arkadaş'ı harika olmuş. aşık olmaya aşığım ben bir de. ama yeterince iyi bir 'aşık olmak' çıkmadı karşıma henüz.

- her sarhoş oluşumda koşmamın bilimsel bir açıklaması muhakkak olmalı.

15 Nisan 2010

isbız.

insan bazen ishal hisseder de, aslında kabızdır ya. o andan nefret ediyorum lan ben. düşününce bile gözlerim doluyor böyle. bu sabah tam yirmiüç dakika klozette oturdum. ağladım lan. sinirden. her acıyla, her zorlukla baş edebilirim. ama yalvarıyorum. lütfen beni bir daha ishalgörünümlükabızlık'la sınamasın hayat. lütfen.

- böyle bok, sümük, popo gibi şeyler hiç midemi bulandırmıyor benim. o yüzden böyle rahat bahsediyorum.

14 Nisan 2010

sörmavi.

yeniden ankesörlü telefonlara döndüm. kimse aramıyor zaten. hem hesapladım, ankesörlü telefon daha hesaplı. hem kısamesaj da gönderilebiliyo. ulaşmak isteyenler için, yanından en çok geçtiğim ankesörlü telefonun numarasını önceden yazmıştım buralara bi yerlere herhalde. unuttum şimdi. neyse.

- bugün bi bulut gördüm. hem de mavi. ama kimseyi buna ikna edemedim. buçoküzücü.

11 Nisan 2010

yaprak.

bir dönem ağaç yaprağı yeme hastalığım vardı benim biliyo musun. çok komikti. her gördüğüm ağaç cinsinden bir yaprak alıyor, yiyordum bi güzel. bazen çok güzel yapraklar keşfediyor, bazense en acı otlara denk geliyordum. en çok iğne yapraklı çam ağaçlarını severim mesela. ama iyice çiğnemek gerek. batıyor yoksa. sonra birden bıraktım işte o alışkanlığımı.

- alışkanlık bırakmak, garip.

2 Nisan 2010

gibi.

kapağı sürekli çıkmaya çalışan telli defter gibisin. bardağa uht kutudan meyvesuyu ya da süt doldurmak istediğinde bardaktan başka her yere dökülen, fışkıran meyvesuyusüt var ya. onun gibi biraz da. daha ilk akord edilişte kopan tel gibi. uçlu kaleme basınca, bazen, uç istediğinden fazla çıkar ya. onun gibi. şarabın bir türlü çıkmak bilmeyen, hafif bi baskıyla karşılaşınca da şişenin içine düşen mantarı gibi. tost yaparken ekmeğin arasından fırlayıp, kızarıp, tuzlanıp garip bi şekil alan peynir gibi.

- sen hep gitmek peşindesin. niye ki. negerekvarki. gitme. kal. çaydaiçerizhem. sen kim, bilmiyorum.