merhaba. kimse var mı acaba burada?
o kadar garip geliyor ki her şey. ne kadar yabancılaşmışım kendime beş yılda.
birisi beni kurtarsın. lütfen.
- ses veriyorum. nefes alıyorum. galiba boğuluyorum.
30 Ekim 2010
ev.
- annem çok sarıldı, kardeşim bana resim yapmış, babam sesimi özlemiş, odama ütü koymuşlar, salondaki şamdan kırılmış, evde çok az su bardağı kalmış, gitarın ince mi telinin akordu bozulmuş, kumandanın pil kapağı kaybolmuş bantlamışlar, kitaplığım tozlanmış, banyo halıları değişmiş, bilgisayar bozulmuş.
26 Ekim 2010
18 Ekim 2010
12 Ekim 2010
4 Ekim 2010
30 Eylül 2010
28 Eylül 2010
22 Eylül 2010
17 Eylül 2010
15 Eylül 2010
12 Eylül 2010
2 Eylül 2010
uyum.
birdenbire ve sessizce birisinin hayatına girmek istiyorum. o hayatın en önemli insanı olmadan. sonra o biri'yle saçma şeyler paylaşmak, bazen de ona şarkı söylemek istiyorum. mükemmel bir uyum yakalamak istiyorum. bu kadar. mesela kolkola yürürken hiç dengemiz bozulmadan. tek başıma yürürken nasılsa. o kolumdayken de öyle yürümek. ya da bir şemsiyenin altında iki kişi hiç sorun yaşamadan yürümek. bunu istiyorum. sadece. hâla.
- 'yapraklarla kovalamaca oynama mevsimi' geldi.
- 'yapraklarla kovalamaca oynama mevsimi' geldi.
28 Ağustos 2010
25 Ağustos 2010
ğusto.
ilkokul birinci sınıfta yapılan okuma bayramındaki rollerimden birisi de ağustosböceği olmaktı. sazım vardı. sazın telleri yoktu. ve ben pileybek yapıyordum. ama parmaklarımı sapta öyle gerçekçi hareket ettiriyordum ki, tellerin olmadığını fark edemeyen seyirciler programdan sonra gelip beni ve ailemi tebrik etmişti.
- müziğe olan ilgim, hayal gücüm ve ağustosta tembellik yapıp sürekli şarkı söylemem falan hep o okuma bayramına dayanıyor.
- müziğe olan ilgim, hayal gücüm ve ağustosta tembellik yapıp sürekli şarkı söylemem falan hep o okuma bayramına dayanıyor.
22 Ağustos 2010
3 Ağustos 2010
lediye.
genel anlamda, meraklı bir insan sayılmam aslında. ama mesela; filmlerde veya herhangi bi fotoğraf karesinde bankta birisi oturunca, oturanın gövdesinden geriye, gözüken sadece '.... lediyesi' yazısı kalır ya. heh işte öyle anlarda, bank'ın hangi belediyeye olduğunu o kadar çok merak ediyorum ki. yiyip bitiriyor beni bu.
- asla öğrenemeyeceğim şeyleri merak ederim ben hep.
- asla öğrenemeyeceğim şeyleri merak ederim ben hep.
31 Temmuz 2010
30 Temmuz 2010
24 Temmuz 2010
kantör.
geçen gün kontörüm yoktu. ve canım bi arkadaşımla konuşmak istiyordu. mesaj atsam, 'seni özledim lan, bi ara da konuşalım' diye, muhtemelen o da kontörü yokmuş gibi davranacaktı. bu riski göze alamazdım. ben de; 'beni bi ara hemen. kan lâzım. çok acil.' diye mesaj attım. ve üç saniye sonra aradı. başka bir numaradan. çokpiçsinlan. dedi bana. güldük.
- sesindeki heyecanı ve korkuyu duymalıydınız.
- sesindeki heyecanı ve korkuyu duymalıydınız.
16 Temmuz 2010
13 Temmuz 2010
12 Temmuz 2010
güverüç.
bazen o kadar kötü hissediyorum ki kendimi. hiçbir işe yaramıyormuşum gibi geliyor. kimseye bir faydam yokmuş gibi. sonra aklıma balkondaki güvercinler geliyor. ve kalkıp ekmek atıyorum onlara. bir işe yarıyorum. mutlu oluyorum.
- küçükken güvercinler midemi bulandırırdı. ama bunu zaten söylemiştim.
- küçükken güvercinler midemi bulandırırdı. ama bunu zaten söylemiştim.
6 Temmuz 2010
halka.
ben var ya. otuzüçsantilitrelik tenekelerden içecek içerken; açma halkasının ucunu, burnumun dudağımla birleştiği yere dayayıp - kalan kısmını da, üst dudağımla burnumun arasındaki boşluğun hafif çukurumsu yerine oturtup öyle içiyorum. ve bu hissi çok seviyorum. hem de çok. bunun için, açma halkasının elliüç derecelik bir açıyla durması gerekiyor.
- bassız müzik, gazsız kolaya benzer.
- bassız müzik, gazsız kolaya benzer.
4 Temmuz 2010
gün.
onbirde uyandım. banyoya girdim. banyoda minik camlar olur ya. o camlar apartman boşluğuna bakar. göt kadar bir yer. oraya bi güvercin sıkışmıştı. çok korkunçtu. güvercin bana tecavüz edecek diye korktum. çünkü çıplaktım. sonra giyinip kapıcıya söyledim. çıkardı. biraz dolaştım. üç tane kitap aldım. katyanın yazı, piç, kaçaklar ve mülteciler. sonra akşam dayımla iki bira içtim. ayaklarım kaşındı. bugün toplam bi bardak su içtim. sekiz defa işedim. bu kadar.
- cumartesi, güzel bir gün olabilir ama. ismi çok uzun.
- cumartesi, güzel bir gün olabilir ama. ismi çok uzun.
1 Temmuz 2010
kişot.
dün gece saat üçbuçukta yatağımdan çığlıklar atarak fırlayıp evin içinde koşturmaya başlamışım. duvarları yumrukluyormuşum. ve sürekli bağırıyormuşum. evdekiler tokatlamışlar kendime gelmem için. bütün gece başımda beklemişler. en ufak bir seste yataktan fırlıyormuşum. bilinçaltım donkişot.
- duvarlarla kavga etmişim. donkişot gibi. salon donkişot'u. yumruklamışım. elim çok ağrıyor.
- duvarlarla kavga etmişim. donkişot gibi. salon donkişot'u. yumruklamışım. elim çok ağrıyor.
29 Haziran 2010
doğru.
bence o lafın doğrusu "yaratılanı sevdik yaratandan ötürü." değil. ben asıl, yaratan'ı yaratılanlardan ötürü seviyorum valla. çok iyi insanlar yaratmış lan allah. düşünsenize bi. en sevdiğimiz insanları hep o yaratmış yani.
"ben az konuşan çok yorulan biriyim
şarabı helvayla içmeyi severim
hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
annemi ve allahı da çok severim
annem de allahı çok sever
biz bütün aile zaten biraz
allahı da kedileri de çok severiz" - arkadaş z. özger.
"ben az konuşan çok yorulan biriyim
şarabı helvayla içmeyi severim
hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
annemi ve allahı da çok severim
annem de allahı çok sever
biz bütün aile zaten biraz
allahı da kedileri de çok severiz" - arkadaş z. özger.
27 Haziran 2010
çamaşduş.
çocukluğumdan beri evde çamaşır makinesi çalışırken banyo yapamam ben. hayal gücümün tavan yaptığı bir dönemde, eğer makine çalışırken banyo yaparsam küvetin su akıtma deliğinden makinenin içine kaçacağımı hayal etmiştim çünkü. bu yaşıma geldim, hâlâ kaçacakmışım gibi geliyor. o zaman niye böyle bir şey hayal ettiğimi inanın bilmiyorum.
- hayallerin nedeni bilinmeyince, daha güzeller zaten.
- hayallerin nedeni bilinmeyince, daha güzeller zaten.
21 Haziran 2010
insan.
çünkü; insan bazen o kadar yalnız kalır ki; canı ağlamak istediğinde banyoya girip yüzünü sabunlar. ve öyle ağlar. en kısa şortu ve terlikleriyle bakkala gidip, gazete ve süt alır. eve gelince hiç okumamak üzere bir köşeye atar gazeteleri. içmez. manşetine bile bakmaz. birden bire, 'ben ölürken, kesin bir yerlerde stairway to heaven çalacak. ne güzel.' diye düşünür. sonra bir kahve. daha önce hiç içmediği kadar sert. yanına da kahverengi sesiyle tom waits.
- çünkü, insan bazen o kadar yalnız kalır ki. hiçbir şey anlatamaz. kimsebilmez.
- çünkü, insan bazen o kadar yalnız kalır ki. hiçbir şey anlatamaz. kimsebilmez.
14 Haziran 2010
yormuş.
ben var ya; bulunduğum konuma yürüyerek gidilemeyecek kadar çok, dolmuşla gidilemeyecek kadar az uzaklıkta bir yere gitmem gerektiğinde; x`ten y`ye doğru giden dolmuşa biniyorum. sonra da ineceğim yere geldiğimizde parayı uzatıp, 'bu dolmuş x`e gidiyor di mi' diye soruyorum. dolmuşçu 'hayır x`ten geliyoruz biz. yolun karşısından binmen gerek` diyince, ben de 'hee. ineyim ben o zaman' diyip parayı vermeden iniyorum.
- hayır, bunun cimrilikle bi ilgisi yok. her şey biraz yorgun olmakla ilgili.
- hayır, bunun cimrilikle bi ilgisi yok. her şey biraz yorgun olmakla ilgili.
13 Haziran 2010
ne-den-siz.
- nedensiz sevdim sizi.
- beni sevmek senin ne haddine!
- ben de onu diyorum. ne densiz sevdim sizi. neden siz beni hiç sevmediniz ki.
- beni sevmek senin ne haddine!
- ben de onu diyorum. ne densiz sevdim sizi. neden siz beni hiç sevmediniz ki.
11 Haziran 2010
ayrılük.
sevgili'm günlük; sen artık benim sevgilim değilsin. -hiçbirimiz bu cümleyi yazmadık asla. biz, günlük tutmayı bıraktığımızda, ona ayrıldığımızı bile söylemeyen çocuklardık çünkü. hemen bıkar, tak diye bırakırdık işte. atardık bir köşeye. onca sevgi'li günü bir çırpıda yok sayardık. ta ki yeniden annemiz bize kızana kadar.
- edebimizle ayrılmayı hiç bilmedik ki. yedi yaşımızdan beri.
- edebimizle ayrılmayı hiç bilmedik ki. yedi yaşımızdan beri.
9 Haziran 2010
içses.
unutmak istediğim hiçbir şeyi unutamıyorum. içses'imle inkâr ediyorum bir şeyleri. iki nokta koyuyorum. yanyana. ama birkaç saniye sonra, daha derinlerden gelen başka bir içses, bozuyor tüm ezberimi. iç'imden çık artık. ses'imi taklit etme. lütfen.
- sana 'karşı' hiçbir şey hissetmiyorum.. çünkü benim bütün hislerim senin 'yanında'.
- sana 'karşı' hiçbir şey hissetmiyorum.. çünkü benim bütün hislerim senin 'yanında'.
8 Haziran 2010
moonwalk.
küçükken 'anne bu merdiven yürümüyo ki, kayıyo. niye adı yürüyen merdiven?' demiştim. annem de 'moonwalk yapıyor çocuğum o' demişti. hayır! annem beni geçiştirmek istediğinden öyle dememişti lan. michael jackson'u çok seviyor sadece. o yüzden. yani ben öyle umuyorum.
- aslında uydurdum. böyle bir şey hiç olmadı. annem de jackson'u sevmez zaten. ama benim çocuğum bana sorsa, böyle derdim valla.
- aslında uydurdum. böyle bir şey hiç olmadı. annem de jackson'u sevmez zaten. ama benim çocuğum bana sorsa, böyle derdim valla.
6 Haziran 2010
birbaşına.
- sürekli yalnızlıktan dem vuruyorsunuz da o günden beri.
pardon ama han'fendi;
biraz da 'terk edilmişliğim'dir birbaşınalığınız.
pardon ama han'fendi;
biraz da 'terk edilmişliğim'dir birbaşınalığınız.
4 Haziran 2010
gölge.
zamandan bıktım. çok şeyi saklıyor çünkü koynuna. çok şey alıyor elimden. hep ertelememi istiyor bir şeyleri. her şeyin ilacı sanıyor kendini. ama ilacı nasıl kullanacağımı söylemiyor. tok karna mı mesela. aç mı. alkollüyken de kullanabilir miyim zamanı? bekle diyor sadece. ve iyi'leşeceğimin garantisini vermiyor.
- yıllardır aynı gölgede kiracı olmaktan bıktım. taşınmak istiyorum.
- yıllardır aynı gölgede kiracı olmaktan bıktım. taşınmak istiyorum.
24 Mayıs 2010
bökork.
ben böcekten çok korkarım. ama bu, ötlekliğimden değil. içimdeki canlı sevgisinin çok üst boyutta oluşundan. cidden. şimdi böcek dediğin küçücük, göt kadar bir şey sonuçta. mesela baş parmağımla işaret parmağımı kenetleyip, işaret parmağımı pat diye bıraksam ölür gider. korkutuğum şey şu:
- hayır şimdi böcek gelir yanıma, ani hareketler filan yapar, ısırmaya çalışır. öldürmek zorunda kalırım. ya da incitir, bacağını filan kırarım. yanlışlıkla. ondan korkuyom ben.
- hayır şimdi böcek gelir yanıma, ani hareketler filan yapar, ısırmaya çalışır. öldürmek zorunda kalırım. ya da incitir, bacağını filan kırarım. yanlışlıkla. ondan korkuyom ben.
19 Mayıs 2010
duşçiş.
ben her mevsim ve her gün, hemdehergün, banyo yaparım. banyo yaparken şarkı söyler, çiş yaparım. banyo yaparken çiş yapmayan insanları hiç anlamam bir de. o harika histen nasıl mahrum bırakıyorlar ki kendilerini. nasıl. duşyaparkenişemek.
- sıcaksusoğuksu dengesi asla ayarlanamayan duş aleti gibisin. sen kim, bilmiyorum.
- sıcaksusoğuksu dengesi asla ayarlanamayan duş aleti gibisin. sen kim, bilmiyorum.
18 Mayıs 2010
kitapsör.
bugün bir kitapçıya gidip, toplam kırksekizlira değerindeki kitapları onliraya aldım. üstelik sahaf filan değildi. bildiğin kitapçı. orijinal ve birinci el kitaplar. çünkü kitapçı beni çok sevmiş ve kitaplarına iyi bakacağıma inanıyormuş. bana hediye etmek istemiş. öyle dedi.
- ankesörlü telefonların kabinlerini kaldırdıklarından beri kimsenin süper kahraman olmaya cesareti yok. ama bir yerlerde hâla iyi insanlar var. biliyorum.
- ankesörlü telefonların kabinlerini kaldırdıklarından beri kimsenin süper kahraman olmaya cesareti yok. ama bir yerlerde hâla iyi insanlar var. biliyorum.
17 Mayıs 2010
14 Mayıs 2010
kaçtı.
kalabalık bi caddenin bi ucunda bi arkadaşım, birisini durdurup adres sorsa, sonra hemen beni arayıp adres sorduğu kişiyi tarif etse, sonra ben o kişiyi durdurup arkadaşımın elimdeki fotoğrafını gösterip heycanlı bir şekilde 'bunu gördünüz mü. eski sevgilisini öldürmek için kaçtı.' desem. yabancının o anda suratında beliren ifade filan. eğlenirdik.
- ama ben bir kişiyim.
- ama ben bir kişiyim.
13 Mayıs 2010
galiba.
en yakınımdaki insanların, birvesileylevebirdenbire, makyavelist tavırlarını görmek zorunda kalınca dehşete düşüyorum. tekrar söylüyorum: etrafımda gönlünü yapmam gereken milyonlarca insan varken, en yakınımdakilerin yanında da rahat davranamayacaksam. napayım ben. vazgeçin şu yapmacık tavırlarınızdan. lütfen. belki de sorun bende. galiba.
- kötüyüm ben. çirkinim. dost tutamayan bir yanım var mesela. galiba.
- kötüyüm ben. çirkinim. dost tutamayan bir yanım var mesela. galiba.
12 Mayıs 2010
kokuses.
bazen sokakta tek başıma yürürken kendimi, birdenbire, bir kokunun peşine takılmış hâlde buluyorum. veya bir ses'in. ya da herkesinkinden çok daha farklı adımların. sonra kendime geliyor, hiçbir şey olmamış gibi normal hayatıma devam ediyorum. bu beni biraz üzüyor. kendime gelişim yani.
- buraya yazmayınca çok yalnız kalıyorum. kayboluyorum.
- buraya yazmayınca çok yalnız kalıyorum. kayboluyorum.
7 Mayıs 2010
5 Mayıs 2010
ilkin.
anaokulundayken, ilkin diye bi sevgilim vardı benim. çoksevgili'ydik hem de. oyun saatlerinde herkes oyun oynarken, biz minderlerde bir birimize bakarak uzanırdık. o benim saçlarımı, ben onun yanağını okşardım. çünkü ben yanak okşamayı çok severim. anaokulundaki tuvalet kız-erkek karışık kullanılıyordu, sekiz mavi klozetin karşısında sekiz kırmızı klozet vardı. ilkin'le karşılıklı oturur, birbirimize gülümseyerek sıçardık. hem de aklımıza hiç kötü şeyler getirmeden.
- ilkin'i çok özledim. şimdi yaşanmıyor böyle aşklar. belki bunu okursun. tuvalet konusunda ciddiydim.
- ilkin'i çok özledim. şimdi yaşanmıyor böyle aşklar. belki bunu okursun. tuvalet konusunda ciddiydim.
4 Mayıs 2010
serçeyak.
ayak serçe parmağı fazladan ve çok gereksiz bir şey bence. çünkü; sürekli ayak serçe parmağımı sandalyesehpa gibi şeylere çarpıp gözlerimin dolmasının. ve bunun, tek ayak üstünde zıplamak suretiyle bulunduğum ortamda hophop dolaşırken düşmeme neden olmasının başka bir açıklaması olamaz. bir de hep son anda yakalanıyorum ha. tam serçe parmak çarpıyor. yüzük parmağıma hiçbir şey olmadı daha.
- zaten ne işe yarıyorsa. diyorum işte fazladan o. ne gerek varsa.
- zaten ne işe yarıyorsa. diyorum işte fazladan o. ne gerek varsa.
3 Mayıs 2010
kıbtög.
bazı insanlar var, suratları maskeleşmiş adeta. ben onlardan çok bıktım. bazı insanlar var dünyevi hırslar bürümüş gözlerini. ben onlardan da çok bıktım. bazı insanlar, kendilerini 'acabainsanlarneder' olgusuna o kadar çok kaptırmış ki, eğlenmeyi unutmuşlar resmen. onlardan da bıktım. bazı insanlar hiç tanımadığı insanlar hakkında yaftayı biçkesyapıştır yapıyor. onlar zaten göt.
- hiçbir şeyi umursamadan, hayatla ve kendisiyle eğlenebilen insanları çok severim.
- hiçbir şeyi umursamadan, hayatla ve kendisiyle eğlenebilen insanları çok severim.
28 Nisan 2010
acele.
bugün sokakta yürürken, farklı zamanlarda, karşıdan gelen iki güzel tanımadığım insana gidip böyle gülümseyerek 'merabaa. nasılsın. neyse kusura bakma benim acelem var şimdi.' dedim ve hızla uzaklaştım oradan. artık ikisi de beni tanıdığına o kadar emin ki. en az iki gün, beni nereden tanıdıklarını düşüncekler. hem bundan sonra, tanıştıkları her yeni insanı daha çok önemseyecek, onları unutmamaya çalışacaklar.
- yani en azından, ben öyle umuyorum.
- yani en azından, ben öyle umuyorum.
25 Nisan 2010
24 Nisan 2010
yalnıziki.
sürekli zamanı kontrol etme ihtiyacımdan değil saat takmam. ya da sağ bileğime bağladığım, tişört etiketinden çıkan ip. kuğlluğumdan değil. sürekli bileğimi tutan birisi olsa, takmam yani ikisini de.
22 Nisan 2010
danlığım.
bugün hiç tanımadığım birisi gelip bana 'bilinçaltınçokkarmaşık' dedi. herkes freud ha. benim her şeyim basit aslında. size karmaşık gelen benim bu basitliğim. dedim ben de. ama içimden. ben odamda bukız gibiyim. ama bu kadar şirin değil tabi. canım çok sıkılıyor. sürekli. bütün gün sadece kendi kendime konuşabiliyorum. gece de.
- yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız.
- yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız.
21 Nisan 2010
20 Nisan 2010
ıslak.
yağmuru çok sevmemin herhangi bir melankolik nedeni filan yok. seviyorum, çünkü düşününce çok kutsal ve mistik bir şey. düşünsene birden bire gökyüzünden damlalar düşüyor böyle. sanki birisi üstümüze işiyor. kar daha da kutsal ve mistik. çünkü beyaz. düşün bi. lütfen.
- yağmurda yürümenin sevdiğim tek yanı, kafamın üstündeki şemsiyeye düşen yağmur damlalarının çıkardığı pıt sesleridir. yoksa niye seveyim ıslak.
- yağmurda yürümenin sevdiğim tek yanı, kafamın üstündeki şemsiyeye düşen yağmur damlalarının çıkardığı pıt sesleridir. yoksa niye seveyim ıslak.
19 Nisan 2010
öyle.
canım çok sıkılıdığında kendime ekmekarasıkaşardomates yapar, yanında kola içerim ben. sonra kanepenin bir köşesinde bağdaş kurarak oturur, boş bakışlarla televizyon izlerim. yalnızlık'ın tanımı üzerinde uzun uzun düşünmek istiyorum mesela. ama çok üşeniyorum. ezginin günlüğü'nün eski arkadaş'ı harika olmuş. aşık olmaya aşığım ben bir de. ama yeterince iyi bir 'aşık olmak' çıkmadı karşıma henüz.
- her sarhoş oluşumda koşmamın bilimsel bir açıklaması muhakkak olmalı.
- her sarhoş oluşumda koşmamın bilimsel bir açıklaması muhakkak olmalı.
15 Nisan 2010
isbız.
insan bazen ishal hisseder de, aslında kabızdır ya. o andan nefret ediyorum lan ben. düşününce bile gözlerim doluyor böyle. bu sabah tam yirmiüç dakika klozette oturdum. ağladım lan. sinirden. her acıyla, her zorlukla baş edebilirim. ama yalvarıyorum. lütfen beni bir daha ishalgörünümlükabızlık'la sınamasın hayat. lütfen.
- böyle bok, sümük, popo gibi şeyler hiç midemi bulandırmıyor benim. o yüzden böyle rahat bahsediyorum.
- böyle bok, sümük, popo gibi şeyler hiç midemi bulandırmıyor benim. o yüzden böyle rahat bahsediyorum.
14 Nisan 2010
sörmavi.
yeniden ankesörlü telefonlara döndüm. kimse aramıyor zaten. hem hesapladım, ankesörlü telefon daha hesaplı. hem kısamesaj da gönderilebiliyo. ulaşmak isteyenler için, yanından en çok geçtiğim ankesörlü telefonun numarasını önceden yazmıştım buralara bi yerlere herhalde. unuttum şimdi. neyse.
- bugün bi bulut gördüm. hem de mavi. ama kimseyi buna ikna edemedim. buçoküzücü.
- bugün bi bulut gördüm. hem de mavi. ama kimseyi buna ikna edemedim. buçoküzücü.
11 Nisan 2010
yaprak.
bir dönem ağaç yaprağı yeme hastalığım vardı benim biliyo musun. çok komikti. her gördüğüm ağaç cinsinden bir yaprak alıyor, yiyordum bi güzel. bazen çok güzel yapraklar keşfediyor, bazense en acı otlara denk geliyordum. en çok iğne yapraklı çam ağaçlarını severim mesela. ama iyice çiğnemek gerek. batıyor yoksa. sonra birden bıraktım işte o alışkanlığımı.
- alışkanlık bırakmak, garip.
- alışkanlık bırakmak, garip.
2 Nisan 2010
gibi.
kapağı sürekli çıkmaya çalışan telli defter gibisin. bardağa uht kutudan meyvesuyu ya da süt doldurmak istediğinde bardaktan başka her yere dökülen, fışkıran meyvesuyusüt var ya. onun gibi biraz da. daha ilk akord edilişte kopan tel gibi. uçlu kaleme basınca, bazen, uç istediğinden fazla çıkar ya. onun gibi. şarabın bir türlü çıkmak bilmeyen, hafif bi baskıyla karşılaşınca da şişenin içine düşen mantarı gibi. tost yaparken ekmeğin arasından fırlayıp, kızarıp, tuzlanıp garip bi şekil alan peynir gibi.
- sen hep gitmek peşindesin. niye ki. negerekvarki. gitme. kal. çaydaiçerizhem. sen kim, bilmiyorum.
- sen hep gitmek peşindesin. niye ki. negerekvarki. gitme. kal. çaydaiçerizhem. sen kim, bilmiyorum.
25 Mart 2010
keşebek.
aslında kelebekleri çok severim. ama bi kere odama giren bi kelebeği öldürmüştüm. sonra vicdan azabından üç gece uyumadım, üç gün boyunca -ömrüboyunca- içimde yaşattım yani onu. üç gün boyunca kelebek gibi davrandım, kelebek taklidi yaptım filan. neyse işte, geçen yine bir kelebek girdi odama. bu sefer öldürmedim, nasıl olsa üç güne ölür dedim. sekiz gündür ölmedi lan. odadan da çıkmıyor. geceleri yüzüme, yorganın altına filan geliyor. gıdıklanıyorum.
- o bişiy değil de. yakında evlenmek zorunda kalcaz diye korkuyorum. nasılkelebekse.
- o bişiy değil de. yakında evlenmek zorunda kalcaz diye korkuyorum. nasılkelebekse.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)